Yüzüklerin Efendisi Bir Çocuk Hikayesi Mi?

Frodo, Sam ve Gollum

Bir zamanlar, kuzeyli, kibar, utangaç ve bilgili bir genç adam, güneydeki sıcak ülkeleri ziyarete gitmiş; güneyde güneş delice parlarmış ve gölgeler hep kapkaraymış. Genç adamın penceresinden bakınca, sokağın karşı tarafında bir ev varmış; genç adam bir gün bu evin balkonunda güzel bir kızın çiçekleri suladığını görmüş. Genç adam güzel kızla konuşmak istiyormuş, ama çok utangaçmış. Bir gece, mumunun ışığı gölgesini sokağın öbür yanına, kızın balkonuna düşürürken, gölgesine “şakacıktan”, gidip o eve girmesini söylemiş. Gölge de gitmiş. Eve girip onu terk etmiş. Tabii genç adam biraz şaşırmış bu işe; ama hiçbir şey de yapmamış. Zamanla kendisine yeni bir gölge yapıp memleketine dönmüş. Gel zaman git zaman, yaşlanmış, bilgisi görgüsü daha da artmış; ama hiç başarılı olamamış. Hep güzellik ve iyilikten bahsetmiş, ama onu kimsecikler dinlememiş. Derken bir gün, orta yaşlı bir adamken, gölgesi ona geri dönmüş – zayıf, kara kuru ama pek şıkmış. Adam hemen “Sokağın karşısındaki eve gittin mi?” diye sormuş. “A, tabii,” demiş gölge. Her şeyi gördüğünü iddia etmiş, ama hepsi böbürlenmeymiş bunların. Adam ne soracağını biliyormuş: “Odalar dağın tepesinden yıldızlı gökyüzünün göründüğü gibi miydi?” diye sormuş, ama gölgenin bütün diyebildiği “Tabii, tabii hepsi vardı” olmuş. Ne cevap vereceğini bilemiyormuş. Eni sonu bir gölge olduğu için giriş holünden öteye geçememiş çünkü. “Eğer kızın yaşadığı odaya kadar gitseydim, ışık beni yok ederdi,” demiş. Ama gölge şantajda ve benzeri hünerlerde mahirmiş; güçlü ve vicdansız biri olduğu için adamı tamamen hâkimiyeti altına almış. Beraber yola çıkmışlar: Gölge efendi, adam da onun hizmetkârı olmuş. Yolda “her şeyi çok açık görmekten” mustarip bir prensese rastlamışlar. Prenses gölgenin gölgesi olmadığını fark ettiği için ona güvenmemiş, ama gölge, adamın aslında kendi gölgesi olduğunu, ancak ona kendi başına dolaşması için izin verdiğini söylemiş; prenses, tuhaf bir durum ama mantıklı diyerek kabul etmiş. Prensesle gölge evlenmeye karar verince, adam sonunda isyan etmiş. Prensese gerçeği açıklamaya çalışmış, ama gölge lafı ağzından alarak “Zavallıcık deli, kendisini insan, beni de gölgesi sanıyor,” demiş. “Ne fena,” demiş prenses. Adama acıyarak, çektiği azaptan kurtarmak için onu ölüme mahkûm etmiş. Prensesle gölge evlenirken, adam da idam edilmiş.

Andersen Masalları – Gölge, Christian Andersen

Herkesin en çok merak ettiği konulardan bir tanesi elbette J.R.R Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi serisinde küçüğünden yaşlısına nasıl geniş bir yelpazeye hitap edebildiğidir. Hepimizin bildiği gibi bir çocuk kitabı olarak hazırladığı Hobbit’i kocaman bir evrene evrilten Tolkien’in çok istekli bir şekilde yaptığı bir şey değildi aslında. Çünkü tek yapması gereken ‘soyut kavramları somutlaştırmak’ idi. Tolkien’in fantastik eserlerin babası olarak nitelendirilmesi de buradan kaynaklanmakta aslında. Çünkü o soyut kavramları somutlaştırarak bunu büyük bir evren haline getiren ilk kişiydi. Burada soyut kavramlardan kastım insanların temel karakteristik özellikleri ve erdemleri, yani günümüz psikoloji biliminin ele aldığı noktalardır. Yukarıda okuduğunuz hikaye oldukça korkutucu değil mi? Yüzeysel olarak baktığımızda akıcı ve hoş bir hikaye lâkin derine indiğimizde sonu hiç de iyi olmayan korkunç bir hikaye ile karşı karşıya kalıyoruz. Muhtemelen bir çocuğa okutsanız bir adam ve onun “öcüsü” hakkında tatlı bir masal ve gerçek dışı. Fakat siz okuduğunuzda ana karakter aracılığıyla somutlaştırılan “Gölge”nin aslında sizin de içinizde olduğunu fark edersiniz ve o hikayeden hiç olmadığı kadar korkarsınız.

Ursula K. Le Guin;
Gölge, ruhumuzun öteki yüzü, bilinçli zihnin karanlık kardeşidir. Kabil, Caliban, Frankenstein’ın canavarı, Bay Hyde. Dante’yi cehennemde gezdiren Vergilius, Gılgamış’ın dostu Enkidu, Frodo’nun düşmanı Gollüm. Ruhunuzun ikizini taşıyan hayalet. Mowgli’nin Boz Kardeş’i; kurtadam; kurt, ayı, binlerce halk masalındaki kaplan; yılan Lucifer. Gölge bilinçli ve bilinçsiz zihnin arasındaki eşikte bekler ve rüyalarımızda ona kardeş, dost, hayvan, canavar, düşman, rehber olarak rastlarız. O, bilinçli benliğimize kabul etmek istemediğimiz, kabul edemediğimiz her şeydir; içimizde bastırılmış, inkâr edilmiş ya da kullanılmayan tüm özellikler ve eğilimlerdir.

Kadınlar, Rüyalar ve Ejderhalar, Ursula K. Le Guin

Psikolojide “Gölge” Carl Gustav Jung tarafından literatüre geçmiş bir ‘arketip’tir. Gölge, bir insanın reddettikleridir. Kibar bir insanın bütün kabalığı, eli açık bir insanın bütün cimriliği, hoşgörülü bir insanın bütün tiranlığı o gölge içerisinde saklıdır. Jung, bir insanın gölgesiyle savaşmayı bıraktığı an onun itaati altına girdiğini söyler. Gölgenin itaatine giren insan ise o güne kadar bütün erdemlerinin aksi haline bürünür. Bir nevi ‘kötü insan’ varlığının açıklamasıdır Gölge. Şimdi Galadriel’in o ünlü sözlerini hatırlayalım.

Galadriel;
Herşey güç yüzüklerinin yapılmasıyla başladı. Üç yüzük varlıkların en arifi en zarifi olan ölümsüz elflere verilmişti , yedisi mahir madenciler ve zanaatkarlar olan dağların derinliklerinde yaşayan cücelere , dokuz yüzük varlıklar arasında güce en düşkün olan insan ırkına bahşedilmişti. Bütün ırklara hükmedecek gücü muhafaza ediyordu bu yüzükler. Lakin hepsi elfler, insanlar, cüceler hepsi ama hepsi kandırıldı. Mordor diyarında hüküm dağının ateşlerinde gizlice dövmüştü karanlıklar efendisi Sauron hükmeden yüzüğü diğerlerine hükmedebilmek için. Bütün zulmünü kinini ve tüm yaşamlara hakim olma iradesini kattı bu yüzüğe; hepsine hükmedicek tek bir yüzük.

Sanırım şimdi daha iyi anlaşıldı. “Bütün zulmünü, kinini ve tüm yaşamlara hakim olma iradesini kattı bu yüzüğe…” Sauron, soyutlukta sınırlı kalan isteklerini somut bir varlığa dönüştürerek üçüncü çağın büyük savaşlarını başlatıyor. Yüzüğün başkaları üzerinde hakimiyet kurma isteği ve sanki bir canlıymış gibi insanları kendine çekmesinin yegâne sebebi işte bu “somutlaştırma” tekniğinde yatıyor. Fantastik kurgunun yapı taşı haline gelmiş olan bu somutlaştırma tekniğinin ilk ciddi ve başarılı örneği görüldü Yüzüklerin Efendisi ile beraber. Yüzük, eline geçtiği kişileri teker teker gölgelerinin kurbanı etti. Galadriel’in konuşmasında da bahsedilen insan ırkının en büyük gölgesi “güç zaafı” Isildur’u ele geçirdi. Üstelik insan ırkının güç zaafı Isildur ile de sınırlı değil. Bildiğimiz gibi Boromir de bu güç zaafının en büyük örneklerinden bir tanesi oldu. Yüzük kardeşliğinin yolculuğunda Boromir de kendi gölgesinin kurbanı olmuştu. Hobbit açgözlülüğü ve fazla merakları sırasıyla Smeagol (Gollum) ve Bilbo’da baş gösterdi. Smeagol yani Gollum yüzükle beraber dışa vurulan açgözlülüğünün kurbanı olurken Bilbo ise merakının kurbanı olarak yüzüğe hayır diyemedi ve gölgesiyle savaşmayıp mağarada yüzüğü ceplemiş oldu. Biz özellikle eline yüzük geçen karakterlerin bu zaaflarına basitçe “Yüzüğün akıl çelme gücü ve iradesi” derken aslında ufak bir psikolojik araştırmayla yüzüğün aslında hedef seçtiğini de görmekteyiz. Sauron’un gölgesinden oluşmuş yüzük kendine farklı karakteristikteki gölgeleri hedef alıyor. Bu döngüyü de bildiğiniz gibi Frodo kırmakta. Frodo açık bir şekilde içindeki gölgesiyle sağlam bir şekilde savaşabildiği için Gandalf tarafından bu göreve seçildi ve diğer yüzük kurbanlarının aksine macerayı üstlenip onun üstüne yürüdü. Bu kadarıyla da sınırlı değil. Hem Tolkien hem de Andersen bizlere sanatsal bir aleme veya şiirsel bir aleme giriş yaparken oraya etiniz kemiğinizle, katı, mükemmel olmayan, hantal, nasırlı, nezle olan, hırsları ve tutkuları olan gövdenizle, gölgesi olan bir gövdeyle girmek zorundasınız diyor.

Şimdi ise çocuk hikayeleri ve fantastik kurgular arasındaki bağlantıya bir geri dönelim. Eminim çoğumuz fantastik kurguları çocuk hikayesi olarak isimlendiren insanlarla karşılaşmışızdır. Aslında kendileri ya çocukluğundan gram pay almamış insanlardır yada sorunlu bir çocukluk geçirmiş insanlardır. Çünkü söyledikleri cümle aslında doğru. Her fantastik kurgunun içinde fantastik kurgu yazarının içindeki çocuğu ‘soyut kavramları somutlaştırmak’ için kullandığını görürüz. Çoğu zaman Jung’un arketipleri bunda yardımcı olur.

Jolande Jacobi;
“Gölgenin gelişimi ego’nun gelişimine paraleldir; ego’nun ihtiyaç duymadığı ya da faydalanamayacağı nitelikler bir kenara bırakılır ya da bastırılır, böylece de bireyin bilinçli yaşantısında pek az rol oynar ya da hiç rol oynamazlar. Aynı şekilde, bir çocuğun gerçek bir gölgesi yoktur, ancak ego’sunun istikrarı ve kapsamı arttıkça, gölgesi de belirginleşir.

The Psychology of C.G. Jung: An Introduction, Jolande Jacobi

Jolande Jacobi’nin Jung’un Gölge arketipine yaptığı bu tanımla beraber bizim için en belirginleşen cümle “Aynı şekilde, bir çocuğun gölgesi yoktur.” cümlesidir. Çoğunlukla semavi dinlerin belli bir yaşın altındaki çocuklar için kullandığı “saf” ve “melek” kavramları da buradan gelmektedir. Henüz yaşamının başlangıcında olan bir çocuğun normal olarak gölgesi yoktur, çünkü gölgesine atacak kadar tecrübe edinmemiş, edinse bile zihni bu tecrübeleri “Ego” ve “Gölge” olarak arındıracak kadar gelişmemiştir. Çocuk büyüdükçe, yeni tecrübeler edindikçe ve zihni geliştikçe Jacobi’nin de dediği gibi Ego’sunun istikrarı ve kapsamı arttıkça, gölgesi de belirginleşir. Sonuç olarak bir çocuğun yukarıdaki hikayeyi ve Hobbit’i okuduğunda onları “çocuk hikayesi” olarak görmesi ve bilmesi gölgesinin gelişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bir çocuğun “Smaug”u açgözlülük, kin ve nefret abidesi bir yaratık olarak görmesi için hiç bir sebebi yoktur, çünkü henüz hayatında açgözlülük, kin ve nefret abidesi bir insan ya görmemiştir, gördüyse de algılayamamıştır. Veya en üstteki hikayeyi bizler empati kurarak “Ya bizim de sonumuz bu adam gibi olursa?” diye düşünerek okurken bir çocuğun o hikayeyi okuduğunda hikayedeki ana karakterin bir “öcü”nün kurbanı olduğunu söylemesi kadar normal bir şey yoktur. Bizler geliştikçe ve büyüdükçe empati kurmayı öğrenirken ve insanların karakteristik özelliklerinin çeşitli olgularla ne kadar zalim bir hâl olacağını görüyorken, çocuk ise yemeğini yemediği taktirde öcülere yem edileceği olgusuyla gelişmektedir ve hikayeye bakış açısı da bu şekilde gelişmektedir.

Carl Gustav Jung;
Birey kendi gölgesiyle hesaplaşmayı öğrenirse dünya için gerçek bir şey yapmış olur. Günümüzün devasa, çözülmemiş toplumsal sorunlarının hiç olmazsa minicik bir parçasını sırtlanmayı başarmıştır. Dahası, o birey gerçek birlikteliğe, kendini bilmeye ve yaratıcılığa doğru adım atmış, büyümüştür.

Jung insanda ‘sorumluluk bilinci’ ve ‘büyüme’nin o insanın gölgesiyle hesaplaşma süreci olarak ele alır. Bu süreci başarıyla sırtlanan bir insan yaşından bağımsız olarak ‘büyümüştür’. Hani hep karşılarız ve deriz ya “Şuna bak kaç yaşına gelmiş hala çocuk gibi davranıyor.” diye. İşte onun kaynağı burada yatmakta. Yirmi beş yaşına gelmiş fakat gölgesiyle hesaplaşamamış insanlar fiziksel olarak büyüse bile zihinsel olarak olgunlaşamamıştır. Bunun sonucu olarak bu çeşit insanların tecrübelerini “ham” bir şekilde yorumladığını görürüz ve oldukça sağlıksız düşünce sistemlerine sahip bireyler olarak yetiştiğini görürüz.

Şimdi sorumuza geri dönelim. “Yüzüklerin Efendisi Bir Çocuk Hikayesi Mi?” Çoğumuz aslında “Hayır, değil!” diyerek karşı çıkabiliriz. Fakat buna karşı çıkmanın pek bir anlamı yok aslında. Çünkü Yüzüklerin Efendisi ne bir çocuk hikayesidir ne de değildir. Yüzüklerin Efendisi serisiyle hepimiz genelde ‘zihinsel olarak tam olgunluğa varamadığımız’ evrelerde tanışmışızdır. Bunun yegâne sebebi ise tam olgunlaşmamış zihnimizin ejderhalar, atlılar, zırhlılar ve savaşlara olan samimiyetidir. Yüzüklerin Efendisi ise kullandığı Jungian arketipler ile bize bu olgunluğu sağlamakta önemli bir adım sağlar ve zihinsel gelişimimizin bir parçası haline gelir. İnsanların bir kısmının Yüzüklerin Efendisi serisini çocuk hikayesi olarak algılarken bir kısmının ise tam aksini algılamasının sebebi de burada yatmaktadır. Hobbit kitabı gerçekten bir çocuk hikayesi olarak yazıldığında kimse bunun büyük bir evrene evrileceğini pek tahmin etmemiştir. Orta-Dünya’nın altında yatan bu ‘çocuk hikayesi’ altyapısıyla evrilişi onu büyük bir zihinsel aydınlanma silahı yapmakta, okudukça ve büyüdükçe ‘kötü’ olarak tasvir edilen Morgoth’a veya Sauron’a farklı bakış açılarıyla yaklaşır, ‘Saruman’ın ihaneti’ altındaki sebepleri irdeler, Gollum’un nasıl Antik Yunan tragedyalarındaki bir karakter gibi trajik bir altyapıya sahip olduğunu farkeder ve büyürüz. Sonuç olarak Yüzüklerin Efendisi ne bir çocuk hikayesi, ne de bir kişisel gelişim kitabıdır. Yüzüklerin Efendisi serisi ve Orta-Dünya henüz ‘soyut’ olan düşüncelerimizin ve fikirlerimizin ‘somut’ hallerini gördüğümüz ‘örnek’ bir seri ve evrendir.

Kullanılan Kaynaklar

  • Kadınlar, Rüyalar ve EjderhalarUrsula K. Le Guin s.59
  • The Psychology of C.G. Jung: An Introduction, Jolande Jacobi s.102-103/Çeviri
  • Carl Gustav Jung, Man And His Symbols s.50-51/Çeviri
  • Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği, J.R.R Tolkien Prologue alıntısı
  • Andersen Masalları, Christian Andersen s.120-122 ‘Gölge’ isimli hikaye özetlendi
  • Frodo, Sam ve Gollum İllüstrasyonu, Andrea Rivola Kırpılarak eklendi, URL Kaynak

Mutlaka Okuyun!

Gandalf emekli olmayı düşünmüyor

Gandalf Emekli Olmayı Düşünmüyor! (Sir Ian McKellen Çalışmaya Devam Etmek İstiyor!)

Gandalf emekli olmayı düşünmüyor: Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit filmlerinin efsanevi oyuncusu Sir Ian McKellen, emekli …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir