Melkor: Başlangıç
Melkor Eru Illuvatar tarafından yaratılan Ainur’un ilki ve en güçlüsüydü. Sık sık Yokolmayan Alev’i bulmak için tek başına boşluğa giderdi ve bu gezintilerde Varlık unsurlarını kendisine ait kılmak için duyduğu arzu büyümüş ve ona sanki Illuvatar’ın Boşluk hakkında hiçbir düşüncesi yokmuş gibi geliyordu ve bunun boşluğu yüzünden sabırsızlığa kapılıyordu; ancak Alev’i bulamamıştı çünkü o Illûvatar’laydı.
Ainur Müziği
Ainur, Ulu Müzik’i yapmaya başladığında Melkor kötücül düşüncelerinden bazılarını müziğine dokudu ve hemen etrafında bir ahenksizlik yükseldi, çevresinde şarkı söyleyenlerin çoğu ümitsizliğe düştü, düşünceleri alt üst oldu, müzikleri durakladı; ama bazıları, müziklerini başlangıçtaki düşünceden çok ona uyum sağlamaya yöneltti. Sonra Melkor’un ahenksizliği daha da yayıldı ve daha önce duyulmuş melodiler, çalkantılı bir ses denizinde battı, ama Ilûvatar, sanki yatıştırılamayacak sonsuz bir öfke içindeki karanlık suların birbirleriyle savaştığı o köpüren fırtına, tahtının etrafında gözükene dek Sonra Ilûvatar ayağa kalktı, Ainur onun gülümsediğini fark etti; ve sol elini kaldırdı, önceki gibi ama ona pek benzemeyen yeni bir tema fırtınanın ortasında başlayıp güçlendi, yeni bir güzelliği vardı.
Ama Melkor’un ahenksizliği gürültüyle yükselip onunla mücadele etti, Ainu’ların çoğu dehşete düşüp artık daha fazla şarkı söyleyemez hale gelene dek, öncekinden daha şiddetli yeni bir ses savası başladı ve Melkor duruma hâkim oldu.
Sonra Ilûvatar yeniden ayağa kalktı, Ainur onun çehresinin artık sertleştiğini fark etti; sağ elini kaldırdı ve işte! Üçüncü bir tema kargaşanın ortasında büyüdü, diğerlerine benzemiyordu; çünkü basta yumuşak ve tatlı gözüktü, narin melodilerin içinde tatlı seslerin saf bir dalgalanması gibiydi; ama yatıştırılamadı, kendine güç ve derinlik kazandırdı ve sonunda Ilûvatar’ın huzurunda aynı anda iki müzik gelişiyor gibiydi, tamamen uyumsuzluk içindeydiler.
Birisi, derin, geniş ve güzeldi, ama yavaş ve sınırsız bir hüzünle karışmıştı ki güzelliği en çok bundan kaynaklanıyordu. Diğeri, artık kendi birliğini kazanmıştı; ama gürültülüydü, anlamsızdı, durmadan tekrarlanıyordu ve çok az ahenk vardı, daha çok sanki bir sürü trompet birkaç nota üzerine bağırıyormuş gibi gürültülü bir ahenk. Ve diğer müziği kendi sesinin şiddetiyle boğmaya kalkıştı, ama en güçlü notaları diğeri tarafından alınarak kendi görkemli yapısına isleniyor gibiydi. Bu çekişmenin ortasında, Ilûvatar’ın salonları sarsılır ve bir ürperme henüz hareketsiz sessizliklere doğru akarken, Ilûvatar üçüncü kez ayağa kalktı; yüzü artık bakılamayacak kadar korkunçtu. Sonra her iki elini kaldırdı, Dipsiz Derinlikler’den daha derin, Sema’dan daha yüksek ve Ilûvatar’ın gözündeki ışık gibi delip geçici bir akorla Müzik kesildi ve Ilûvatar konuştu:
”Ainur güçlüdür ve aralarında en güçlüsü Melkor’dur; ama o ve tüm Ainur bilir ki ben Ilûvatar’ım, şarkıda söylediğiniz şeyleri size göstereceğim ve böylece ne yaptığınızı anlayabilesiniz. Ve sen, Melkor, tamamen benden kaynaklanmayan hiçbir temanın çalınamayacağımı ya da bana rağmen değişmeyeceğini göreceksin. Çünkü buna kalkışana, kendisinin hayal bile edemeyeceği, çok daha harika şeylerin tasarlanmasında benim enstrümanım olduğu kanıtlanacak.”
Ainur korktu, onlara söylenen sözleri kavrayamamışlardı ve Melkor, gizli öfkenin doğurduğu utançla doldu, ama Ilûvatar ihtişam içinde kalkıp Ainur için yarattığı o güzel yerden uzaklaştı ve Ainur da onu izledi.
”İşte Müziğiniz! Bu, sizin ozanlığınız; her biriniz, kendisinin tasarladığı ya da eklediği gibi gözükebilecek her şeyi, önünüzde yarattığım bu tasarım içinde yaratılmış bulacak. Ve sen, Melkor, aklının tüm gizli düşüncelerini keşfedecek, onların bütünlüğün bir parçası ve onun zaferine yardımcı olduğunu anlayacaksın.”
Melkor Dünya’nın ön görüntüsüne baktığında düşüncelerini sakladı, içinde oluşan sıcağın ve soğuğun karmaşasını kontrol ederek, Ilûvatar’ın Çocukları’nın iyiliği için her şeye düzen vermeyi ve o yöne gitmeyi arzularmış gibi göründü, başlangıçta gerçeği kendisinden bile saklamıştı, ama Ilûvatar’ın Elfler’e ve İnsanlar’a bahsetmeye söz verdiği ihsanları kıskanmıştı, Elfler’i ve İnsanlar’ı kendi iradesine boyun eğdirmeyi arzuladı; buyruk altında olanlara ve hizmetkârlara sahip olmayı, Efendi diye çağrılmayı ve diğer güçlerin üzerinde bir güç olmayı diledi.
Böylece Ainur’un bir bölümü, Dünya’nın sınırlarının ötesinde Illuvatar ile yasamaya karar verirken, içlerinde en görkemli ve en güzel olanların çoğu, onun yanından ayrılıp Dünya’nın içine indi. Illuvatar’ın yarattığı bu durum onların sevgilerinin gereğiydi ve Dünya tamamlanana dek, güçleri o andan sonra Dünya’da kapsanıp sınırlanacaktı, böylece onlar onun yasamı, o da onlarınki oldu ve bu yüzden Dünya’nın Güçleri, Valar diye adlandırıldılar.
Ama Valar, Eâ’ya indiklerinde başlangıçta şaşkınlığa düştüler, çünkü sanki görüntüde gördükleri hiçbir şey henüz yaratılmamış gibiydi, her şey başlama noktasındaydı, henüz şekillenmemiş ve karanlıktı. Çünkü Ulu Müzik, Zamandışı Salonlar’da düşüncenin büyüyüp çiçeklenmesiydi ve Görüntü yalnızca bir önceden göstermeydi; ama simdi Zaman’ın başlangıcına gitmişlerdi, Dünya’nın olduğunu, ama önceden ima edilip önceden söylendiğini anladılar ve bu söylenenleri gerçekleştirmeliydiler.
Böylece, ölçülmemiş ve keşfedilmemiş boşluklarda başladı büyük uğraşları, sayılmamış ve unutulmuş çağlarda, Zaman’ın Derinlikleri’nde ve Ea’nın engin salonlarının ortasında, o an gelene, Illuvatar’ın Çocukları’nın mekânı yapılana dek ve bu uğraşta asıl iş, Manwe, Aule ve Ulmo tarafından üstlenildi; ama Melkor da başlangıçtan beri oradaydı; eğer yapabilirse kendi tutku ve amaçlarına yönelterek, yapılmış olan her şeye karıştı ve büyük ateşler yaktı. Bu yüzden Dünya henüz genç ve alevlerle doluyken, Melkor ona göz koydu ve diğer
Valar’a dedi ki:
“Burası benim krallığım olacak ve onu kendime alıyorum!”
Manwe, Melkor’un kardeşiydi ve Illuvatar’ın Melkor’un ahenksizliğine karşı yükselttiği ikinci temanın ana enstrümanıydı; Manwe irili ufaklı birçok ruh çağırdı ve onlar da Arda’nın düzlüklerine indiler, Melkor’un uğraşın tamamlanmasına sonsuza dek engel olup Dünya çiçeklenmeden solmasın diye uğraşırken ona yardım ettiler. Ve Manwe, Melkor’a dedi ki:
“Bu Krallığı haksızlık ederek kendine almayacaksın, çünkü başkaları da burada senden daha az çalışmadı.”
Bunun üzerine Melkor geri çekilip başka bölgelere gitti ve orada yapacaklarını yaptı; ama Arda Krallığı’na duyduğu arzuyu kalbinden uzaklaştırmadı.
Valar Savaşları
Melkor diğer Valar’ın görünür halde olduğunu bakıldığında hoş, parıltılı ve mutlu olduklarını anlayınca kalbindeki kıskançlık daha da büyüdü; o da görünür bir suret aldı, ama içinde yanan ruhu ve kötülüğü yüzünden büründüğü suret karanlık ve korkunçtu ve diğer Valar’ın her birinden daha kudretli ve heybetli bir şekilde, denizin içinden yükselen, zirvesi bulutların üzerinde, buzla kaplı, duman ve ateşle taçlanmış bir dağ gibi, Arda’nın üzerine çöreklendi; Melkor’un gözlerinin ışığı, ısısıyla kurutup solduran, öldürücü bir soğukla içe isleyen bir alev gibiydi.
Böylece Arda’nın egemenliği için Valar’ın Melkor ile ilk savaşı başladı. Melkor’a rağmen Valar, daima Dünya’yı yönetmeye ve İlkdoğanlar’ın gelişi için onu hazırlamaya çalışmıştı; topraklar kurdular ve Melkor onları yok etti; vadiler oydular ve Melkor onları yükseltti; dağları biçimlendirdiler ve Melkor onları düzleştirdi; denizler oydular ve Melkor onları dağıttı; hiç barış olamadı ya da hiçbir şey olgunluğuna ulaşamadı, çünkü Valar bir ise başladığında, Melkor onu mahvedecek ya da bozacaktı, ama çabaları tamamen boş yere değildi; hiçbir yerde veya hiçbir işte arzuları ve amaçları tamamen bitirilmemesine rağmen ve her şey Valar’ın ilk başta tasarladığı renk ve şekillerde olmamasına rağmen, her şeye rağmen, yavaş yavaş Dünya’ya şekil verilip sağlamlaştırılmıştı. Böylece, Zamanın Derinlikleri’nde, sayısız yıldızın ortasında Ilûvatar’ın Çocukları’nın mekânı sonunda kuruldu.
Valar ilk yurtları olan Ulu Göl’deki Almaren Adasına yerleşmiş ve genç dünyayı aydınlatmak için iki lamba yapılmıştı: Illuin ve Ormal, ama Melkor’un yapılan her şeyden haberi varmış; çünkü o zamanlarda bile Maiar arasında kendi davasına döndürdüğü gizli dostları ve casusları varmış ve karanlığın içinde çok uzaklarda, kendisine itaat etmelerini istediği akranlarının yaptıklarını kıskanırken kinle dolmuş. Bu yüzden Eâ’nın salonlarından yoldan çıkartıp hizmetine soktuğu ruhlar toplamış ve kendisini güçlü saymış ve şimdiyi kendi zamanı olarak görerek yeniden Arda’ya yaklaşıp yukarılardan onu seyretmiş, Baharı’nı süren Dünya’nın güzelliği onu daha da büyük nefretle doldurmuş.
Sonuç olarak Valar, Almaren civarında hiçbir kötülükten korku duymadan toplanmış, Illuin’in ışığı yüzünden uzaklardan, kuzeydeki Melkor’dan yansıyan gölgenin farkına varamamışlar; oysa o, Boşluk’un Gecesi kadar karanlık bir hale gelmiş. Şarkılarda denir ki Arda Baharı ziyafetinde Tulkas, Orome’nin kız kardeşi Nessa ile evlenmiş ve Nessa Valar’ın huzurunda Almaren’in yeşil çimenleri üzerinde dans etmiş. Sonra yorgun ve keyfi yerinde olan Tulkas uyumuş ve Melkor kendi zamanının geldiğini varsaymış.
Bu yüzden ordusuyla beraber Karanlık’ın Duvarları’nı aşıp Orta Dünya’nın kuzeyine ulaşmış ve Valar onun farkına varamamış. Derken Melkor, Illuin’in ışınlarının soğuk ve loş olarak ulaştığı karanlık dağların eteklerinde kocaman bir kale yapmak için dünyanın derinliklerini kazmaya başlamış. Bu güçlü kale Utumno diye isimlendirilir. Valar o anda bundan ne kadar habersiz olsa da Melkor’un kininin hastalığı oradan dışarıya akmış, Arda Baharı bozulmuş.
Yeşil olan her şey hastalanıp çürümüş, nehirler balçık ve yabani otlarla dolmuş, sineklerin ürediği zehirli bataklıklar oluşmuş; ormanlar kararıp tehlikelerle dolarak korkunun diyarı olmuş; hayvanlarsa boynuzlara ve fildişlerine bürünmüş canavarlara dönüşüp toprağı kana boyamışlar. Artık Valar da Melkor’un işbaşında olduğunu anlamış ve saklandığı yeri aramış, ama Utumno’nun sağlamlığına, hizmetkârlarının kudretine güvenen Melkor, Valar daha hazırlanamadan savaşmak için atılıp ilk darbeyi indirmiş; Illuin ve Ormal’ın ışıklarına saldırıp sütunlarını yerle bir etmiş, lambalarını kırmış.
Bu kudretli sütunların yıkılması sırasında yer yarılmış, denizler gürültüyle taşmış; lambalar dışarı döküldüklerinde Dünya’nın üzerine yok edici bir alev akmış. Arda’nın şekli, sularının ve topraklarının uyumu öylesine bozulmuş ki Valar onları bir daha ilk tasarladıkları biçimine döndürememişler. Bu karmaşa ve karanlık sırasında Melkor kaçmış, üstüne bir korku çökmüş; çünkü denizlerin kükremesinin üzerinden Manwe’nin güçlü bir rüzgâr gibi esen sesini duyuyormuş, toprak Tulkas’ın ayaklarının altında sarsılıyormuş.
Ama Tulkas’ın karşısına çıkmadan önce Utumno’ya ulaşıp orada saklanmış. O sırada Valar onu yenememiş, çünkü Dünya’da süregelen kargaşayı yatıştırmak, emeklerinden kurtarabildikleri kadarını kurtarmak için güçlerinin büyük kısmına ihtiyaçları varmış ve tüm bunların ardından kendilerinden saklanan bir zamanda gelecek olan Ilûvatar’ın Çocukları’nın nerede yasadıklarını öğrenene dek Dünya’yı yeniden parçalamaktan korkmuşlar. İşte Arda Baharı böylece sona ermiş.
Orta-Dünya’da Üzerinde Mutlak Hâkimiyet
Almaren yok olmuş ve Valar Orta Dünya’dan ayrılıp dünyanın sınırları içindeki toprakların en batıda olanına, Aman Diyarı’na gitmişler orada Valinor’u kurmuşlar ve orada Valinor’un İki Ağacı dünyaya uyanmış.
Ama çağlar, İlkdoğanlar’ın gelişi için Ilûvatar’ın saptadığı zamana yaklaştıkça, Orta Dünya, Varda’nın unutulmuş çağlarda yaptığı Eâ’daki emeklerinden kalma yıldızların altında bir alacakaranlığa bürünmüştü ve Melkor bu karanlığa yerleşmiş, ama yine de sık sık kudretin ve korkunun bin bir şekline bürünüp etrafta gezinmiş, soğuğu ve ateşi dağların tepelerinden diplerindeki derin külhanlara savurmuştu ve o günlerde acımasız, şiddetli ya da ölümcül olan ne varsa işinin başındaymış.
Kuzeyde Melkor gücünü inşa etmiş ve uyumadı, izledi, çalıştı; yoldan çıkardığı kötü şeyler civarda gezindi, karanlık ve uyuklayan ormanlara canavarlar ve korkutucu suretler dadandı. Utumno’da etrafına iblislerini, eski ihtişamlı günlerinde ona bağlanan ve çürümeye başladığı günlerde ona en çok benzemeye başlayan ruhları topladı: kalpleri ateştendi, ama karanlık içinde gizleniyorlardı ve etraflarına dehşet saçarlardı; alev kırbaçları vardı. Zaman içinde Orta Dünya’da Balroglar diye isimlendireceklerdi.
O karanlık zamanda Melkor çeşitli sekil ve türde dünyayı uzun süre uğraştıran birçok canavar yetiştirdi ve toprakları artık Orta Dünya’nın ötesine, güneye doğru yayıldı. Melkor, Aman’dan gelebilecek herhangi bir saldırıya karsı koyabilmek için denizin kuzeybatı kıyılarından çok uzakta olmayan bir kale ve silah deposu yaptı. Bu kale Melkor’un yardımcısı Sauron tarafından yönetildi ve Angband diye isimlendirildi.
Melkor aynı zamanda Illuvatar’ın Çocukları’nın ilki olan Elfler’in uyandığını öğrenmişti. Yakaladığı pek çok Elf’ten işkence ve çeşitli yiyeceklerin yardımıyla Ork ırkını yaratmıştı.
Valinor’a Gelişi
Valar sonunda Elfler’in uyandığını öğrenmişti. Valar Elfler’in Melkor’un tarafına dönmesinden ya da yok olmalarından korkmuştu. Bu yüzden Manwe ne pahasına olursa olsun Arda’nın hâkimiyetini yeniden ele geçirip Quendi’yi Meikor’un gölgesinden kurtarmaya karar vermişti. Melkor, Valar’ın hücumuyla Orta Dünya’nın kuzeybatısında karsılaştı ve o bölgenin tamamı korkunç derecede zarar gördü, ama Batı’nın ordularının ilk zaferi çabuk gelmişti ve Melkor’un hizmetkârları, Utumno’ya kaçtılar. Sonra Valar, Orta Dünya’ya dönüp Cuivienen üzerine bir koruma oluşturdu. Utumno kuşatması uzun ve acı vericiydi; kapılarının önünde, birçok çarpışma yapıldı.
O zamanlarda kuzeyin uzaklarındaki topraklar terk edilmişti; çünkü Utumno oradadaydı ve son derece derinlere oyulmuştu; derin çukurları ateşlerle ve Melkor’un hizmetkârlarının büyük ordularıyla doluydu, ama sonunda Utumno’nun kapıları kırıldı, salonları ortaya çıkarıldı ve Melkor en derindeki çukura sığındı. Tulkas Valar’ın şampiyonu olarak öne çıkıp onunla güreşip yüzüstü yere çaldı ve Melkor, Aulé’nin yaptığı Angainor adlı zincirle bağlanarak esir edildi ve dünyaya uzun bir çağ boyunca huzur geldi, ama Sauron kaçmayı başarmıştı.
Savaş bitip kuzeydeki yıkıntılardan yükselen büyük bulutlar yıldızları örttüğünde Valar, Melkor’u Valinor’a geri getirdi, elleri ve ayakları bağlıydı, gözleri de; Hüküm Çemberi’ne getirildi. Orada Manwe’nin uyaklarına kapanıp af diledi ama reddedildi ve ne bir Vala ne bir Elf ne de bir ölümlü İnsan’ın, kimsenin kaçamayacağı Mandos’un sağlam salonlarına hapsedildi. Bu salonlar geniş ve sağlamdır; Aman’ın batısında inşa edilmişlerdir. Melkor’un üç çağ boyunca orada kalmasına, sonra davasına tekrar bakılıp, yeniden af dilemesine hükmedilmişti.
Üç çağın bitişiyle Valmar kapılarının önünde Melkor, Manwe’nin ayaklarına kapanıp kendini küçük düşürerek, eğer sadece Valinorlu özgür insanların en önemsizi haline getirilirse, Valar’a tüm işlerinde, en çok da dünyaya verdiği zararları iyileştirmekte yardım edeceğine yemin ederek af diledi ve Nienna onun ricasına yardım etti; ama Mandos sessiz kaldı. Sonra Manwe özrünü kabul etti; ama Valar, onun, henüz gözlerinin önünden, kontrollerinden uzak kalmasına izin veremezlerdi ve Valinor’un kapıları dâhilinde yasamaya zorlandı.
O dönemde Melkor’un sözleri ve yaptıkları iyi görünüyordu, dilerlerse Valar da Eldar da yardımlarından ve öğütlerinden yararlanıyordu; böylece bir süre sonra ülkede özgürce dolaşma izni verildi ve Manwe’ye Melkor’un kötülüğü iyileştirilmiş gibi görünüyordu; çünkü Manwe’de kötülük yoktu ve onu anlayamıyordu, biliyordu ki başlangıçta Ilûvatar’ın düşüncesinde, Melkor onunla eşitti ve Melkor’un yüreğinin derinliklerini göremedi; tüm sevginin ondan sonsuza dek ayrıldığının farkına varamadı.
Melkor yüreğinde en çok Eldar’dan nefret ediyordu, hem iyi ve neşeli oldukları, hem de onlarda Valar’ın yükselişinin ve kendisinin düşüşünün sebebini gördüğü için. Bu yüzden onlara daha da fazla yalan sevgi gösterip dostluklarını diledi, yapabilecekleri herhangi büyük işte ilminin ve emeğinin hizmetini sundu. Vanyar gerçekte ona şüpheyle yaklaşıyorlardı, çünkü onlar Ağaçlar’ın ışığında yaşıyorlardı ve doymuşlardı; Melkor, Teleri’yi önemsiz oldukları ve tasarıları için çok küçük araçlar olacaklarını düşünerek çok az dikkate alıyorlardı, ama Noldor onun açıklayabileceği saklı bilgiden keyif duyuyordu.
İntikam Vakti
Feanor Yüce Noldor Kralı Finwe’nin oğluydu. Aynı zamanda Feanor Üç Büyük mücevher şeklinde olan ve içinde Valinor Ağaçları’nın ışığını taşıyan Silmariller’in yapıcısıydı. Melkor, Silmariller için hırs beslemeye başladı, onların parlaklığından aklında kalanlar yüreğini kemiren bir aleve dönüştü. O andan itibaren, bu arzuyla tutuşmuş halde, eskisinden daha da hevesle Feanor’u yok ederek, Valar ve Elfler arasındaki dostluğu sona erdirmenin yolunu aramaya başladı; ama amaçlarını ustalıkla gizledi, henüz sahte tavırlarında kötülüğüne dair hiçbir şey görülemiyordu. Çalışması uzun sürdü ve verdiği emekler ilk başta hem can sıkıcı hem de verimsizdi, ama yalanlar ekenin sonunda biçecek bir şeyleri de olacaktır ve çok geçmeden o aslında çektiği zahmetlere karşılık dinlenirken, diğerleri onun yerine ektiklerini biçtiler.
Melkor ona dikkat kesilecek kulaklar ve duyduklarım büyütecek ağızlar bulduğundan beri, yalanlan arkadaştan arkadaşa bilginin söyleyenin bilgeliğini kanıtladığı sırlar olarak geçti. Noldor halkı açık kulaklarının budalalığının kefaretini daha sonraki günlerde acı biçimde ödeyeceklerdi. Melkor birçoğunun ona yöneldiğini gördükçe onların arasında sık sık dolaşmaya başladı, doğru sözlerinin arasına diğerleri öyle kurnazca serpilmişti ki onları duyan birçok kişi yeniden hatırladığında onların kendi düşüncelerinden çıktıklarına inanıyordu. Feanor Fingolfin’e kılıç çekmiş ve ölümle tehdit etmişti. Bunların hepsi aslında onlar bilmesede hep Melkor’dan kaynaklanıyordu.
Ve sonunda Valinor Barışı bozulmuştu, ama Hüküm Çemberi’nde Feanor’un yazgısıyla ilgili karar verilirken Melkor’un yaptığı şeyler ortaya çıkmış ve o da kaçmıştı.
Melkor Formenos’a gelmiş ve Feanor ile konuşmuştu.
Kurnaz bir dille onu Valar’ın engellerinden kaçmak konusundaki eski düşüncesine sevk ederek sahte bir dostluk kurdu:
“Konuştuğum her şeyin doğruluğuna ve nasıl adaletsiz bir biçimde sürüldüğüne bir bak. Ama eğer Feanor’un kalbi hâlâ özgür ve Tirion’da söylediği sözler kadar cesaret doluysa, o zaman ona yardım ederim, onu bu dar topraklardan uzağa götürürüm. Ben de bir Vala değil miyim? Öyle, hem de o kibirle Valimar’da oturanlardan daha fazla ve Arda’daki en becerikli, en yiğit halk olan Noldor’a daima dost olmuşumdur. Burası güçlü bir yer ve iyi korunuyor; ama Silmariller’in Valar topraklarındaki herhangi bir hazinede güvenli kalacağını sanma!”
Ama kurnazlığı amacını aşmıştı; sözleri fazla derine dokundu, düşündüğünden çok daha şiddetli bir yangın çıkarttı; Feanor çakmak çakmak gözlerle Melkor’a, yalandan takındığı iyi halin içini delerek baktı, aklının örtülerini delip orada Silmaril’ler için beslediği hırsı fark etti:
”Var git kapımdan seni Mandos’un hapishane kargası!”
Ve evinin kapılarını Eâ’da yasayanların en kudretlisinin yüzüne kapadı. Melkor utanç içinde ayrıldı, çünkü tehlike içindeydi, henüz intikam vaktinin geldiğine karar vermemişti; ama yüreği öfkeden kararmıştı.
Melkor gizlice Hyarmentir dağından güneye yönelmiş ve görünmeden karanlık Avathar diyarına gelmişti. Orada Ungoliant, Avathar’da gizli ve bilinmeyen yuvasını yaratmıştı. Eldar onun nereden ve nasıl geldiğini bilmez; ama kimileri onun, Melkor’un Manwe’nin Krallığı’na ilk kez kıskançlıkla baktığı çok eski çağlarda, Arda civarına karanlıktan indiğini ve başlangıçta Melkor’un hizmetine döndürdüklerinden biri olduğunu söyler, ama o kendi hırsının efendisi olmayı arzulayarak, her şeyi kendi açlığını doyurmak için kullanarak Efendis’ini reddetmiş; Valar saldırılarından ve Orome’nin avcılarından kaçarak güneye geçmişti.
Melkor oraya gelip yeniden Utumno’nun zalim hükümdarı suretine bürünmüş: uzun boylu ve korkunç, karanlık Efendi. Bundan sonra hep bu şekilde kalmış. Orada karanlık gölgeler içinde, Manwe’nin en yüksek salonlarındaki görüsünün bile ötesinde, Ungoliant ile birlikte intikamını tasarlamış, ama Ungoliant, Melkor’un amacını anladığı anda, büyük bir korku ve kendi hırsı arasında kalmış; çünkü Aman’ın tehlikelerine ve korkutucu efendilerin gücüne meydan okumaya isteksizmiş, saklandığı yerden kıpırdamamış. Melkor ona bir vaadde bulunmuş:
”Emrettiklerimi yap; her şey sona erdiğinde hâlâ açlık hissedersen o zaman sana arzuladığın her şeyi veririm. Evet, iki elimle.”
Melkor’la birlikte yola çıktıklarında Ungoliant üzerlerine karanlık bir pelerin örmüş; içindeki nesnelerin artık görülemediği, gözlerin içini delip geçemediği, boşluk gibi bir Işıksızlık. Sonra yavaşça ağlarını yarıktan yarığa iplik iplik isledi: çıkıntı halindeki kayalardan tasların zirvelerine, sonsuza dek emekleyerek ve bağlanarak, sonunda dünyanın o bölgesindeki en yüksek dağ olan ulu Taniquetirin güneyinde, uzaklardaki Hyarmentir’in doruğuna varana dek yukarı doğru tırmanmışlar. Valar’ın orada aldığı pek bir önlem yokmuş, çünkü Pelori’nin batısı alacakaranlık içindeki ıssız topraklardı ve doğuya doğru dağlar, unutulmuş Avathar dışında, sadece geçilmez denizin bulanık sularına bakardı.
Ama simdi dağın zirvesinde karanlık Ungoliant uzanıyordu; ördüğü iplerden bir merdiven yapıp aşağı sarkıttı; Melkor ona tutunarak tırmandı ve aşağıya Korunan Diyar’a bakarak Ungoliant’ın yanında durdu. Altlarında Orome’nin ormanları uzanıyordu, batıya doğru da Yavanna’nın düzlükleri ve çayırları, tanrıların uzun buğdaylarının altında altın renginde parıldıyordu. Melkor kuzeye baktı, uzaklarda parıldayan düzlüğü, Telperion ve Laurelin’in ışıklarının karışımında ışıldayan Valmar’ın gümüş kubbelerini gördü. Sonra Melkor kahkahalarla gülmüş ve batıdaki uzun yamaçlardan aşağı kayarak inmiş, yanında Ungoliant varmış ve onun karanlığı ikisini de gizliyormuş. O an bir bayram zamanıymış, Melkor’un da iyi bildiği gibi.
Melkor ve Ungoliant, gün ışığının aydınlattığı toprağın üstünden kara bir bulut gölgesinin rüzgârla geçişi gibi, Valinor’ın düzlükleri üzerinden hızla geçmişler ve yeşil Ezellohar tepeceğinin önüne gelmişler. Ungoliant’ın Işıksızlık’ı Ağaçlar’ın diplerine kadar yükselmiş ve Melkor tepeciğin üzerine sıçrayıp kara mızrağıyla her bir Ağaç’a yüreğinden saldırıp onları derinden yaralamış, özsuları sanki kanlarıymış gibi akarak toprağın üzerine dökülmüş. Ungoliant, bunları emmiş, Ağaç’tan Ağaç’a giderek kara gagasını kurutana dek onların yaralarına sokmuş, içindeki Ölüm zehri onların dokularına islemiş, köklerini, dallarını ve yapraklarını soldurmuş ve ölmüşler. Susuzluğu hâlâ geçmemiş, Varda’nın Pınarları’na gidip onları kurutana dek içmiş; Ungoliant içerken kara dumanlar çıkarıyormuş, öylesine devasa ve korkunç bir surete bürünmüş ki Melkor bile korkmuş. Işık yenilmiş ve Karanlık kazanmıştı Tulkas Melkor’u bulmaya çalıştığında ise o çok uzaklardaydı.
Melkor Formenos’a gitmiş Yüce Noldor Kralı Finwe’yi öldürmüş, SilmarillerWi ve diğer mücevherleri alıp kaçmıştı. Melkor Helcaraxë’ı geçmiş ve Orta-Dünya’ya dönmüştü. Olanları öğrenen Feanor Manwe’nin huzurunda elini kaldırarak Melkor’u, Dünya’nın Kara Düşmanı, Morgoth diye anarak lanetlemişti.
Beleriand’a Dönüşü
Morgoth, Araman’ın kıraç topraklarında Valar’ın takibinden kaçıyordu. Avathar güneyde uzanırken, bu topraklar kuzeyde, Pelöri Dağlan ile Büyük Deniz arasındaydı; ama Araman, sahil ve dağlar arasında Buz’a yaklaştıkça daha da soğuyan çorak düzlüklerden oluşan daha geniş bir bölgeydi. Morgoth ve Ungoliant bu bölgeyi hızla geçip Oiomure’nin pusları arasından Helcaraxe’ye, Araman ve Orta Dünya arasında gıcırdayan buzlarla dolu boğaza gelip karsıya geçtiler ve sonunda Dış Topraklar’ın kuzeyine döndüler. Birlikte ilerlediler, çünkü Morgoth yakasını Ungoliant’tan kurtaramıyordu, bulutu hâlâ üstlerindeydi ve tüm gözleri onun üzerine dikilmişti; Drengist Haliçi’nin kuzeyinde uzanan topraklara vardılar. Morgoth artık batıdaki güçlü kalesine Angband’ın yıkıntılarına doğru yaklaşıyordu; Ungoliant düşüncesini anladı, orada ondan kaçmak için bir yol aradığını kavradı ve onu durdurup sözünü yerine getirmesini istedi:
“Kara kalpli! Buyruklarını yerine getirdim. Hâlâ açım.”
“Daha ne istiyorsun? Göbeğin için tüm dünyayı mı arzuluyorsun? Sana bunu vermek için yemin etmemiştim. Ben onun Efendisiyim.”
“O kadar deği, ama Formenos’un büyük hazinesi senin değil; hepsi benim olacak. Onu iki elinle vereceksin.”
Sonra Morgoth zorunlu olarak yanındaki taşları birer birer, kin güderek ona verdi ve o hepsini yuttu, taşların güzellikleri yeryüzünden yok oldu. Ungoliant daha da büyüyüp karardı ama hırsı dinmemişti.
“Bir elinle verdin. Sadece solla. Sağ elini de aç.”
“Hayır! Sen görevini yerine getirmedin. Sana verdiğim görev benim kudretimle tamamlandı. Sana daha fazla ihtiyacım yok. Bu şeylere ne sahip oldun ne de gördün. Onlar sonsuza kadar benim olacak.”
Ama Ungoliant daha da büyümüştü ve Melkor, kendisinden alınan güç yüzünden küçüldü; Melkor’un karşısında yükseldi, bulutuyla onu örttü, boğmak için yapışkan ağlarla sardı. Morgoth dağlarda yankılanan korkunç bir çığlık attı. O yüzden bu andan sonra orası Lammoth diye adlandırıldı; çünkü sesinin yankısı oraya yerleşti ve sonra kim o topraklarda yüksek sesle bağırırsa onları uyandırır, dağlar ve deniz arasında kalan kıraç topraklar acı içindeki seslerle dolardı. Morgoth’un o anki çığlığı kuzey dünyasında duyulan en yüksek ve en korkunç çığlıktı; dağlar sallanıp yer sarsıldı, kayalar parçalara ayrıldı. Unutulmuş yerlerin derinliklerinde de bu çığlık duyuldu.
Valar saldırısı aceleyle yapıldığı için Angband’ın en diplerdeki mahzenlere inilmemiş ve orada Balroglar hâlâ gizlenip Efendileri’nin dönüsünü bekliyorlardı; hızla yukarıya fırladılar ve bir ateş fırtınası halinde Hithlum’dan geçerek Lammoth’a ulaştılar. Alevli kamçılarıyla Ungoliant’ın ağını paramparça ettiler ve o korktu, üzerini kaplayan kara dumanlar püskürterek kaçtı; oradan uzaklaşarak Beleriand’a inip Ered Gorgoroth’un eteklerinde karanlık bir vadiye yerleşti ve o andan itibaren orada doğurduğu dehşet yüzünden oraya Korkunç Ölüm Vadisi, Nan Dungortheb dendi.
Birinci Beleriand Savaşı
Silmariller böylece Melkor’da kalmıştı. Melkor özgürlüğüne ulaştığında, yeniden bulabildiği tüm hizmetkârlarını toplayıp Angband yıkıntılarına geldi. Orada büyük mahzenlerini ve zindanlarını yeniden kazdı, kapılarının üzerine Thangorodrim’in üç katlı zirvelerini yükseltti ve o günden beri tepelerinden kapkara pis kokulu bir duman yükseldi. Sayısız canavar, ifrit ve Ork orduları yetiştirdi, orada döllenip büyüdüler ve toprağın derinliklerince çoğaldılar.
Melkor aynı zamanda kalan Elflerin nerede yaşadığını ve neler yaptıklarını öğrenmişti; Elu Thingol ve Doriath’ta yaşıyordu, Cirdan ve Teleri halkı Falas’da yaşıyordu, Denethor ve Nandor halkı Ossiriand’da yaşıyordu. Morgoth Elfler’e savaş açmış ve Doriath kuşatılmış ve Thingol’un Cirdan ile bağlantısı kesilmişti. Ama Thingol Denethor haber yollayabilmiş ve Orklar Aros ile Gelion arasına sıkışmıştı. Morgoth’un Orkları yenilmiş kaçmayı başaranlar Naugrim baltaları tarafından biçilmişti. Morgoth’un Orkları bir tek Teleri halkına karşı başarılı olmuş ve onları Deniz’in kenarına kadar sıkıştırmıştı.
Dagor-nuin-Giliath(Yıldızlar Altındaki Savaş)
Feanor Orta-Dünya’ya gelmiş ve Morgoth’a meydan okumuştu. Fëanor ve Noldor Mithrim’e gelmişti. Morgoth’un ordusu Gölge Dağları’nın, Ered Wethrin, geçitlerinden geçerek aniden Feanor’a saldırdı; ve orada Mithrim’in gri düzlüklerinde Beleriand Savasları’nın İkincisi yasandı. Yıldızlar Altındaki Savaş, Dagor-nuin- Giliath, diye adlandırıldı, çünkü Ay daha yükselmemişti ve şarkıda iyi bilinir. Sayıca fazla olmayan ve gafil avlanan Noldor, yine de çabucak zafer kazandı, çünkü gözlerindeki Aman ışığı henüz soluklaşmamıştı, güçlü ve hızlıydılar, öfkeleri ölümcül, kılıçları uzun ve korkunçtu. Orklar önlerinden kaçışarak büyük bir kıyıma uğradılar, Mithrim’den sürülüp Gölge Dağları üzerinden Dorthonion’un kuzeyinde uzanan koca Ard-galen düzlüğü boyunca izlenerek avlandılar.
Hatta Fëanor ordusundan ayrılıp Thangorodrim’e kadar onları takip etti ama Angband’ın Kapıları’na vardıklarında Morgoth Gothmog ve diğer Balrog’ları yolladı. Fëanor uzun süre dövüştü, ateşlerle sarılmasına ve sayısız yara almasına rağmen cesareti kırılmamıştı; ama sonunda daha sonra Ecthelion tarafından Gondolin’de katledilen Balrogların Efendisi Gothmog tarafından yere çarpıldı ve oğulları tarafından kurtarıldıktan sonra öldü. Falas Elfleri üzerindeki kuşatma bitmiş ve Ered Engrin dışındaki Beleriand toprakları kaybedilmiş olmasına rağmen büyük düşmanı Fëanor’un ölümü ona teselli olmuştu.
Fëanor’un ölümünden sonra Morgoth elçiler göndermiş yenilgiyi kabul ederek bir Silmaril’i teslim etmeyi teklif etmişlerdi, ama her elçi barış görüşmesine kararlaştırılandan daha fazla güçle gelmiş ama Morgoth’un sadakat kavramı Noldor’unkinden azdı. Morgoth Balroglar’ını yollamış ve Maedhros tutsak alınmıştı. Morgoth Fëanor’un oğullarının savaştan vazgeçmeyeceğini biliyordu bu yüzden sağ el bileğinden Maedhros’u bir Thangorodrim’in bir kayasına çiviledi. Daha sonra Maedhros Fingon tarafından kurtarılmıştır.
Dagor Aglareb (Muhteşem Savaş)
Fingolfin ve Finarfin’in oğulları Gıcırdayan Buz’u geçerek Orta-Dünya’ya gelmişti. Noldor’un asıl gücü Angband’a yürümüştü Morgoth güçlerini kalesinin içine çekmiş ve Elfler bu savaşa ”Muhteşem Savaş” adını vermişti. Fingolfin ve Maedhros güçlerini birleştirmiş ve Morgoth’un kuvvetlerini püskürtmüştü ve böylece Angband Kuşatması başlamış oldu. Ne var ki Noldor ne Angband’ı ele geçirebilmiş ne de Silmariller’i geri alabilmişti ve savaş bütün o Kuşatma süresince asla tamamen sona ermemiş çünkü Morgoth yeni kötülükler tasarlamış, daima arada sırada düşmanlarını deneyip durmuş.
Morgoth’un kalesi bir kez bile tamamen kuşatılamamış, çünkü Thangorodrim’in kulelerinin koca kavisli duvarından öne fırlayan Demir Dağlar onu her iki taraftan da savunuyor, Noldor’a kar ve buz sayesinde geçiş vermiyorlarmış. Böylece Morgoth’un yanlarında ve kuzeyinde hiç düşmanı olmamış, casusları zaman zaman çıkıp sapa yollardan Beleriand’a inmiş.
Her şeyin üzerinde Eldar’ın arasına korku ve ayrılık tohumlamayı arzulayarak Morgoth, Orklara kim olursa olsun, canlı yakalayıp bağlayarak Angband’a getirmelerini emretmiş ve bazılarım gözlerinin dehşetiyle öyle korkutmuş ki artık zincirlere gerek kalmadan, nerede olursa olsunlar onun emirlerini yaparak onun korkusuyla dolaşmışlar. Böylece Morgoth, Feanor’un isyanından sonra olan her şeyin büyük bölümünü öğrenmiş, düşmanlarının arasında pek çok sürtüşme görerek keyiflenmiş.
Dagor Aglareb’in üzerinden yaklaşık yüz yıl geçtikten sonra Morgoth, Fingolfin’i yeniden gafil avlamaya çalışmış; çünkü Maedhros’un uyanıklığını biliyormuş ve ak kuzeye bir ordu yollamış, oradan batıya ve yeniden güneye dönüp Fingolfin’in Gıcırdayan Buz’da izlediği yolu kullanarak Drengist Haliçi’nin kıyılarına gelmişler. Böylece Hithlum topraklarına batıdan gireceklermiş; ama fark edilmişler ve Fingon, Haliç’in başında tepelerin arasından üzerlerine saldırmış, Orkların çoğu denize sürülmüş.
Bu büyük savaşlar arasında sayılmamış, çünkü Orklar’ın sayısı çok değilmiş ve Hithlum halkının sadece bir kısmı savaşmış. Ama ondan sonra uzun yıllar boyunca barış olmuş, Angband’dan hiçbir açık saldırı gelmemiş, çünkü Morgoth artık Orkların yardım olmadan Noldor’a denk olamayacağını kavramış ve yüreğinde yeni bir düşünce arayıp durmuş.
Yeniden bir yüzyıl geçtikten sonra Kuzey’in ejderlerinin, Uruloki, ilki olan Glaurung, bir gece Angband’ın kapılarından çıkmış. Henüz gençti ve büyüklüğünün yarısına ulaşmıştı, çünkü ejderlerin yaşamı uzun ve yavaştır, ama Elfler önünden Ered Wethrin ve Dorthonion’a doğru korku içinde kaçıştı; o da Ard-galen’in düzlüklerini kirletti. Hithlum prensi Fingon atlı okçularla saldırıp hızlı binicilerle etrafını çembere aldı ve Glaurung daha zırhına tamamen bürünmediği için oklara dayanamayıp Angband’a kaçarak uzun yıllar boyunca çıkmadı.
Dagor Bragollach (Ani Alev Savaşı) ve Fingolfin
Morgoth Fingolfin’in gelişinin 455. yılına kadar gizlice hazırlanmıştı. Morgoth aniden Thangorodrim’den aşağı Balroglar’dan daha hızlı akan büyük alev nehirleri yolladı, nehirler düzlük boyunca aktı; Demir Dağlar rengârenk zehirli ateşler püskürttü, havaya yapışan dumanı ölümcüldü. Ard-galen böylece yok oldu, ateş çimenleri parçalayıp yuttu ve boğucu bir tozla dolu, yanmış ve terk edilmiş bir virane olarak çoraklaşıp ıssızlaştı.
Bundan sonra adı değiştirilip Solukkesen Toz, Anfauglith dendi. Orada kömür haline gelmiş birçok kemiğin çatısız mezarı vardı; çünkü akan aleve yakalanan ve tepelere varamayan birçok Noldor bu ateşin içinde telef olmustu. Dorthonion ve Ered Wethrin’in yükseklikleri kızgın selleri geride tutuyordu ama Angband’a doğru bakan yamaçlarındaki ormanların tamamı yanıyor ve duman savunmacıların arasında kargaşa yaratıyordu. Böylece başladı büyük savaşların dördüncüsü Ani Alev Savaşı, Dagor Bragollach.
Bu yangının önünde ejderlerin atası altın Glaurung, tüm kudretiyle geldi, yanında Balroglar vardı ve arkalarından da Noldor’un daha önce hiç görmediği ya da hayal etmediği sayıda Ork, kara ordular halinde geldi. Noldor kalesine saldırıp, Angband üzerindeki ittifakı kırdılar, Noldor ve yandaşları olan Gri Elfleri ve İnsanları buldukları yerde katlettiler. Morgoth’un düşmanlarının en yiğitlerinin çoğu sersemlemiş, dağılmış ve güçlerini toplamayı beceremez bir durumdayken savasın ilk günlerinde yok edildi. Beleriand’da savaş bir daha asla tamamen sona ermedi; ama Morgoth’un hücumu azaldığında, baharın gelişiyle birlikte Ani Alev Savaşı bitmiş kabul edildi.
Böylece Angband Kuşatması bitti; Morgoth’un düşmanları dağılıp birbirlerinden ayrıldı. Olanları öğrenen Fingolfin çok sinirlenmiş ve teke tek dövüş için Angband’ın Kapıları’na gitmişti:
”Öne çık seni korkak kral ki kendi ellerinle savaşasın! Mağaralara saklanan, köle güdücüsü, yalancı ve sinsi, Tanrılar ve Elflerin düşmanı, gel! Çünkü senin ödlek suratını görmek istiyorum.”
Ve Morgoth da geldi. Bu onun savaşlar boyunca kalesinin kapılarından son çıkışı olacaktı ve denir ki dövüşe gönüllü gelmemiş; çünkü kudreti dünyadaki her şeyin üstünde olsa da Valar’a karşı korkunun ne demek olduğunu biliyordu, ama reislerinin gözü önündeki bu meydan okumayı reddedemezdi; çünkü kayalar Fingolfin’in borusunun keskin sesiyle çınlıyor, sesi Angband’ın derinlerine şiddetli ve açık bir şekilde ulaşıyor, Morgoth’a alçak ve esirlerin efendisi diye sesleniyordu.
Bu yüzden Morgoth, yeraltındaki tahtından sessizce tırmanarak yukarıya çıktı, ayaklarının sesi yeraltındaki gök gürlemesi gibiydi. Kara zırhlarla kaplanmış olarak öne çıkıp Kral’ın önünde demir taçlı bir kule gibi durdu, siyah ve armasız koca kalkanı da bir fırtına bulutu gibi Kral’ı gölgeledi, ama Fingolfin gölgenin altında bir yıldız gibi parlıyordu; çünkü zırhı gümüşle kaplanmış, mavi kalkanı kristallerle donatılmıştı; buz gibi parıldayan kılıcı Ringil’i çekti.
Sonra Morgoth, Ölüler Diyan’nın Çekici, Grond’u hızla yukarıya kaldırıp bir yıldırım gibi aşağıya savurdu, ama Fingolfin yana sıçradı. Grond toprakta içinden duman ve ateş fışkıran derin bir çukur açtı. Morgoth birçok kez ona şiddetli bir darbe indirmeye çalıştı ama Fingolfin her seferinde, karanlık bir bulutun altındaki şimşek çakışları gibi kenara sıçradı; Morgoth’u yedi yarayla yaraladı, Morgoth yedi kez keskin acı çığlıkları attı ki Angband orduları dehşet içinde yüzükoyun kapaklandı, çığlıklar Kuzey diyarlarında yankılandı.
Ama Kral sonunda yoruldu ve Morgoth üzerine üç kez yüklendi. Üç kez dizlerinin üzerine çöktü, üç kez de kırık kalkanı ve paralanmış miğferiyle tekrar ayağa kalktı, ama etrafındaki toprağın tamamı yarılmış, çukurlar içinde kalmıştı, tökezleyip geriye Morgoth’un ayaklarının önüne düştü; ye Morgoth sol ayağını boynunun üzerine bastırdı, ağırlığı üzerine düsen bir tepe gibiydi. Yine de Fingolfin son ve umutsuz bir darbe vurmak için Ringil’le ayağını yardı, kapkara bir kan ve dumanlar fışkırıp Grond’un çukurlarını doldurdu. Fingolfin, Yüce Noldor Kralı, eski Elf krallarının en gururlusu, en cesuru böylece öldü.
Morgoth, Elf kralının bedenini alıp kırdı ve onu kurtlarının önüne atacaktı; ama Thorondor, Crissaegrim’in zirvelerindeki yuvasından hızla gelerek Morgoth’un üzerine saldırıp yüzünü yaraladı.
Silmaril Macerası
Beleriand’ın güney tarafı Doriath Morgoth’un kurduğu baskından biraz daha uzak bir konumdaydı. Burada Barahir oğlu Beren ve Thingol’un kızı Luthien tanışmıştı. Bu iki âşığın evlenmek için Silmariller’in birisini getirmeleri gerekiyordu. Silmaril Macerası’nda iki âşık Tol-in-Gaurhoth’u geçmiş Carcharoth’u atlatmış ve Luthien Morgoth’un huzuruna çıkmıştı Morgoth bakışını kıza yöneltmişti. Kız bakışlarından korkmadı; adını söyleyerek kendini onun huzurunda şarkı söyleme hizmetinde bulunacak bir ozan gibi takdim etti. Morgoth kızın güzelliğine baktı, ölümcül bir şehvete kapıldı ve Valinor’dan kaçtığından beri yüreğine düşenlerden daha karanlık bir plan tasarlamaya başladı.
Böylece kendi kötülüğüyle ayartıldı, onu bir süre serbest bırakıp düşüncesinden gizli bir zevk alarak izledi. Kız aniden görüş alanından sıyrılıp mükemmel bir sevimlilikle, göz kamaştırıcı bir güç hakkında şarkı söylemeye başladı, Morgoth çaresizce dinledi; gözleri etrafta onu arayarak dolaşırken üzerine bir körlük çöktü.
Tüm saray uykuya daldı, ateşler soluklaşıp söndü; ama Morgoth’un basındaki taçta bulunan Silmariller, aniden beyaz alev ışıltılarıyla parıldadı; tacın ve mücevherlerin üzerine, arzu, korku ve özen gösterip korumanın ağırlıklarıyla yüklü bir dünya yerleştirilmiş gibiydi ki bu Morgoth’un iradesinin bile taşıyamayacağı bir ağırlıktı ve başını öne eğdirdi. Sonra Luthien kanatlı giysisini alarak havaya yükseldi, sesi havuzlara düsen yağmur gibi derinden ve esrarlı çıkıyordu. Pelerinini gözlerinin önüne attı ve bir seferinde Dış Boşluk’ta tek başına yürüdüğü kadar karanlık bir rüyayı üzerine yerleştirdi.
Morgoth aniden, toprak kaymasına uğrayan bir tepenin akısı gibi devrildi, tahtının üzerinden bir simsek gibi savrulup cehennemin zeminine yüzükoyun uzandı. Demir tacı başından çıkarak yuvarlandı. Artık her şey hareketsizdi. Beren bıçağı Angrist’i çekti ve onu zapteden demir pençelerden bir Silmaril kesti. Silmaril Macerası başarıyla sonuçlanmış ve bu Melkor’a büyük bir darbe olmuştu.
Nirnaeth Arnoediad(Sayısız Gözyaşı Savaşı)
471 yılında Maedhros’un çabasıyla Eldar Naugrim ve Edain’in yardımıyla büyük bir ordu oluşturdular. Elfler İnsanlar ve Cüceler’den oluşan ordu Orklar’ın tamamını Kuzey Beleriand’dan sürdü, ama Melkor casusları olan İnsanlar’ın yardımıyla Eldar’a karşı pek çok tedbir aldı. Savaşın yapıldığı bir yaz gününde İnsanlar’ın kendi tarafına geçmesiyle Elfler ve Cüceler büyük bir mağlubiyet yaşadı pek çok büyük savaşçı, prens ve Yüce Noldor Kralı Fingon katledildi ve bu savaşa ”Sayısız Gözyaşı Savaşı” adı verildi. Morgoth’un zaferi tam gibiydi Hithlum ele geçirilmiş ve buna ek olarak daha 495 yılında Nargothrond ele geçirildi, ama Turgon, Hador Halkı’nın yardımıyla kaçmayı başarmıştı. Sağ kalanların bazıları ise Balar Adası’na kaçmıştı.
Morgoth’un Laneti
Dor-lómin’in Efendisi, Galdor oğlu Húrin hayatta kalan son kişi olarak Morgoth’un emriyle alıkoyulmuş ve Angband’a taşınmıştı.
Húrin, Morgoth’un huzuruna getirildi, çünkü Morgoth kendi sanatları ve casusları sayesinde biliyordu ki, Húrin Gondolin Kralı’nın dostluğuna sahipti ve gözleriyle onun cesaretini kırmak için uğraştı. Lakin Húrin yılmadığı gibi bir de Morgoth’a kafa tuttu. Bu yüzden Morgoth onu zincirletti ve yavaş bir işkenceye maruz bıraktı; fakat bir süre sonra ona gitti, ve ona serbestçe nereye gitmek isterse gidebileceğini söyledi, ya da Morgoth’un komutanlarının en büyüğü olarak görev alabileceğini önerdi, tabii Turgon’un kalesinin yerini söylemesi şartıyla, ve Kral’ın planlarını bilen diğerlerinin yerini. Lakin
Metin Húrin onunla alay etti:
”Körsün Morgoth Bauglir, ve hep kör kalacaksın, yalnızca karanlığı görüyorsun. İnsanlar’ın yüreklerine ne hükmeder bilmiyorsun ve eğer bilseydin bunu vermezdin. Fakat Morgoth’un sunduklarını kabul eden biri ahmaktır. İlk ödül alan sen olacaksın ve o zaman sözünü tutacaksın ve ben yalnızca ölümü tadacağım, eğer istediklerini söylersem.”
O zaman Morgoth güldü,
“Sana ölümü vermem için can atacaksın, ancak bu benden sana bir iyilik olur.”
Sonra Húrin’i Haudh-en-Nirnaeth’e taşıdı, orası yeni inşa edilmişti ve ölümün kötü kokusu üzerindeydi ve Morgoth Húrin’i en tepeye koydu, oradan Hithlum’a doğru batıya bakmasını buyurdu, karısı ile oğlunu ve diğer soyunu düşünmesini istedi.
“Çünkü onlar şu an benim topraklarımda yaşıyorlar ve hepsi benim insafıma kaldı.”
“Hiçbirine sahip değilsin; fakat onları kullanarak Turgon’a ulaşamazsın, çünkü hiçbiri onun sırlarını bilmiyor.”
“Lakin seni kullanabilirim ve tüm lanetlenmiş hanedanını; benim irademin altında kırılacaksınız, hepiniz çelikten yapılmış olsanız dahi.”
Ve yerde yatan uzun bir kılıcı alarak Húrin’in gözleri önünde kırdı, bir parçası onun yüzünü yaraladı; fakat Húrin irkilmedi bile. O zaman Morgoth uzun kolunu Dor-lómin’e doğru uzattı, Húrin’i, Morwen’i ve onların tüm soyunu lanetledi.
“İşte! Düşüncemin gölgesi, nereye giderlerse gitsinler onların üzerinde olacak, ve nefretim onları dünyanın sonuna kadar izleyecek.”
“Bunlar boş laflar. Çünkü onları göremiyorsun, ne de bu kadar uzaktan onları yönetebilirsin: bu şeklinle kaldığın ve yeryüzünde görünür bir Kral olma arzusunu sahip olduğun sürece olmaz.”
“Ahmak, İnsanlar arasında çok azı, ve onlar konuşanların çok az bir kısmını oluşturuyor! Valar’ı gördün mü, ya da Manwë ve Varda’nın gücünü ölçtün mü? Düşünceleri nerelere ulaşır bilir misin? Ya da belki de düşünceleri senin üzerinde, ve bu kadar uzaktan sana bir kalkan oluştururlar, böyle olacağını zannediyor musun?”
“Kiminle konuştuğunu unutuyor musun? Böyle şeyleri çok uzun zaman önce atalarımıza da söylemiştin; fakat senin gölgenden kaçtık ve şimdi senin hakkında bilgimiz var, çünkü Işık’ı gören yüzlere baktık, ve Manwe ile konuşmuş olan sesleri dinledik. Arda’dan önce sen vardın, lakin başkaları da vardı; ve onu sen yapmadın. Ne de en güçlü olan sensin; çünkü sen gücünü kendi üzerinde harcadın ve onu kendi boşluğun için tükettin. Sen Valar’ın kaçmış bir tutsağından başka biri değilsin, ve zincirleri hala seni bekliyor.”
“Üstadlarının derslerini iyi ezberlemişsin, fakat bu çocukça irfan sana yardım edemeyecek, şimdi hepsi uzaklara kaçıyor.”
“Sana söyleyecek son bir sözüm var, tutsak Morgoth ve bu Eldar’ın irfanından alıntı değil, lakin tam şu an yüreğimde belirdi. Sen İnsanlar’ın Efendisi değilsin, ve olamayacaksın, tüm Arda ve Menel senin egemenliğin altına girse dahi. Sana karşı koyanları Dünya’nın Çemberleri’nin ötesinde izleyemeyeceksin.”
“Dünya’nın Çemberleri’nin ötesinde onları izlemeyeceğim; çünkü Dünya’nın Çemberleri’nin ötesi Hiçlik’tir; fakat içinde benden kaçamayacaklar, Hiçlik’e girene kadar.”
“Yalan konuşuyorsun”
“Yalan söylemediğimi görecek ve itiraf edeceksin.”
Ve Húrin’i yeniden Angband’a taşıyarak Thangorodrim’in zirvesinde taştan bir koltuğa oturttu, buradan batıdaki Hithlum diyarını ve güneydeki Beleriand diyarlarını görebilecekti. Orada Morgoth’un gücü ile bağlandı; ve Morgoth başucunda durarak onu yeniden lanetledi ve gücünü üzerine yaydı, öyle ki oradan asla kımıldayamadı, ne de orada ölebildi, Morgoth onu serbest bırakana kadar:
“Artık burada oturacaksın ve bana teslim ettiklerinin üzerine kötülük ve umutsuzluk çökerken o toprakların perişanlığını seyredeceksin; çünkü sen benimle alay etme cüretini gösterdin ve Melkor’un, Arda’nın Yazgılarının Efendisi’nin, gücünü sorguladın. Bu yüzden benim gözlerimle görecek, ve benim kulaklarımla duyacaksın, ve hiçbir şey senden gizli kalmayacak.”
Gondolin’in Düşüşü
Morgoth Hain-Elf Maeglin’in yardımıyla Gondolin’in yerine öğrenmiş ve orayı kuşatmıştı.
Kral Turgon Fingolfin’in Evinin varisi öldürülmüştü. Morgoth kuzeyin fethini tamamlamıştı ama bu yolda Balrog’ların Lordu Gothmog başta olmak üzere pek çok ordu kumandanını kaybetmişti. Hem de Tuor, Idril, Earendil ve Gondolin halkının bir bölümü kaçmayı başarmıştı.
Öfke Savaşı
Morgoth’un Felaketi Gondolin’in Yıkımı’ndan kurtulan Earendil olmuştu. Earendil yelken açıp Valinor’a gitmiş ve Valar’dan af dileyip yardım istemişti. Valinor’un gücü Batı’dan Orta-Dünya’ya gelmişti.
Morgoth’un Saltanatı’nın tüm gücü savaşa girdi, sayıları o denli fazlaydı ki Anfauglith savaşa yetmedi ve tüm Kuzey savaşla alevler içinde kaldı, ama bu Morgoth’u kurtaramadı. Dünyanın diplerindeki erişilmez büyük mağaralara kaçıp gizlenmeyi başaran bir kaç tanesi dışında tüm Balroglar yok edilmişti; sayısız Ork birlikleri, büyük bir ateş içindeki saman gibi yakıldılar ya da sıcak bir rüzgâr önünde kuruyup buruşan yapraklar gibi. Sadece uzun yıllar sonra dünyayı rahatsız etmek için birkaç tanesi sağ kaldı.
Sonra ordularının bozulduğunu, gücünün dağıldığını gören Morgoth korktu ve kendisi başlarına geçmeye cesaret edemedi. Düşmanlarının üzerine hazırladığı son korkunç saldırıyı saldı, Angband’ın çukurlarından, daha önce görülmeyen kanatlı ejderler fırladı; bu korkutucu ordunun saldırısı öyle ani ve yıkıcıydı ki Valar ordusu geri sürüldü, çünkü ejderler büyük gök gürlemeleriyle, şimşeklerle ve ateşten bir fırtına içinde gelmişti.
Ama Earendil, beyaz alevle ışıldayarak ulaştı, Vingilot’un çevresinde göklerin tüm büyük kuşları toplanmıştı ve reisleri Thorondor’du, havada tüm gün ve karanlık bir şüphe gecesinin sonuna kadar savaş yapıldı. Güneşin yükselmesinden önce Earendil, Kara Ancalagon’u, ejder ordusunun en güçlüsünü öldürüp onu gökyüzünden aşağıya fırlattı ve ejder, Thargorodrim kulelerinin üzerine düştü, kuleler yıkılıp parçalandı.
Sonra Güneş yükseldi ve Valar ordusu galip geldi, ejderlerin hemen hemen tamamı yok edildi; Morgoth’un tüm çukurları parçalanıp üstleri açıldı, Valar’ın kudreti dünyanın derinliklerine dek indi. Orada Morgoth kovuğunda duruyordu ve hâlâ cesur değildi. Madenlerinin en derinlerine kaçtı, barış ve af için yalvardı; ama ayakları kesilip yüzükoyun yere savruldu. Daha önce yapıldığı gibi Angainor ile zincirlendi ve demir tacı boynuna takılacak bir tasma olarak yeniden dövüldü, başı dizlerinin üzerine eğilmişti ve Morgoth’ta kalan iki Silmaril, tacından alındı. Valar, Morgoth’u, Dünya’nın Duvarları’nın ötesine, Karanlık’ın Kapısı’ndan Zamandışı Boşluk’a itti; o duvarlara sonsuza dek bir nöbetçi yerleştirildi.
Geleceği
Mandos’un Kehaneti’ne göre Morgoth, dönecek, ve Arda’ya saldıracaktı. Çok büyük bir muharebe yapılacak ve bu savaşa Dagor Dagorath adı verilecekti. Kehanete göre Melkor’un sonunu Turin Turambar’ın kılıcı getirecekti ve böylece Hurin’in Çocukları’nın ve tüm insan aleminin intikamı alınmış olacaktı.
Mirası
Melkor’un, kudretli ve lanetli, Bauglir Morgoth, Dehşet ve Nefretin Gücü’nün, Elflerin ve İnsanların yüreklerine ektiği yalanlar, ölmeyen, yok edilemeyen bir tohumdu; arada yeni filizler verecek, en son günlere dek karanlık meyvesini taşıyacaktı. Ve hala en büyük hizmetkârı Sauron ayaktaydı.
Eğer Orta Dünya hayranıysanız, bizi Twitter, Instagram ve Facebook üzerinden takip etmeyi unutmayın!
Yüzüklerin Efendisi dizisiyle ilgili son haberleri takip etmek için portalımıza, Orta Dünya ile ilgili tartışmalara katılmak için de forumumuza mutlaka bir göz atın.
elinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş en merak ettiğim karakterdi melkor burda yazılanların kaynakçalarınıda belirtseydiniz keşke..