Durin’in Halkı – Yüzüklerin Efendisi Ekler- Ek A (Türkçe Çeviri)

Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü kitabının sonunda Yüzüklerin Efendisi Ekler (ing. The Lord of the Rings: Appendices) adında oldukça geniş kapsamlı bir bölüm yer alıyor. Bir önceki başlıkta Ek A’dan Kralların ve Hükümdarların Yıllıkları bölümünü çevirmiştik.

Bu başlıkta Ek A (ing.Appendix A) bölümünün Durin’in Halkı kısmı bulunuyor. Ek A‘nin diğer bölümleri ile Yüzüklerin Efendisi Ekler‘inin kalanı için portalımızı inceleyebilir ya da sayfa sonunda yer alan yönlendirmeleri takip edebilirsiniz.

Durin’in Halkı – Yüzüklerin Efendisi Ekler EK A

ölümsüz durin cüceler durin'in halkı

Cücelerin ortaya çıkışıyla ilgili olarak hem Eldar hem de Cücelerin kendileri tarafından garip hikâyeler anlatılır; ama bunlar günümüzden çok daha eskilere dayandığından burada çok az şey söylenmiştir. Durin, Cücelerin ırklarının Yedi Babası’nın en büyüğü ve Uzunsakallar’ın tüm krallarının atası için kullandıkları isimdir. Yapayalnız uyudu, taa ki zamanın derinliklerinde, halkının uyanış döneminde Azanulbizar’a gelene kadar. Dumanlı Dağların doğusundaki Kheled-zaram’ın yukarısındaki mağaralarda ve daha sonra Moria Madenleri’nin şarkılarda meşhur oldugu yerde mesken tutana dek.

Orada o kadar uzun yaşadı ki, her yerde Ölümsüz Durin olarak tanındı. Nihayetinde Kadim Günler geçmeden öldü, mezarı Khazad-dûm’daydı; ama soyu asla tükenmedi ve hanesinden beş kez atasına çok benzeyen birer varis çıktı ve Durin adını aldı. Cüceler onu gerçekten de geri dönen Ölümsüz olarak görüyorlardı; nitekim kendileri ve dünyadaki kaderleri hakkında pek çok tuhaf hikâyeleri ve inançları vardı.

İlk Çağ’ın sona ermesinden sonra Khazad-dûm’un gücü ve zenginliği çok arttı; zira Mavi Dağlar’daki kadim Nogrod ve Belegost şehirleri Thangorodrim’in yok edilmesiyle harap olunca birçok insan, birçok ilim ve zanaatla zenginleşti. Moria’nın gücü Karanlık Yıllar ve Sauron’un egemenliği boyunca sürdü, çünkü Eregion yok edilip Moria’nın kapıları kapatılmış olsa da Khazad-dûm’un salonları çok derin ve güçlüydü ve Sauron’un dışarıdan fethedemeyeceği kadar çok sayıda ve cesur bir halkla doluydu. Böylece halkı azalmaya başlasa da zenginliği uzun süre yok olmadan kaldı.

Üçüncü Çağ’ın ortalarında Durin tekrar kral oldu ve bu isimdeki altıncı kral oldu. Morgoth’un hizmetkârı Sauron’un gücü dünyada yeniden artmaya başlamıştı, ama Moria’ya bakan Orman’daki Gölge’nin ne olduğu henüz bilinmiyordu. Tüm kötülükler hareketleniyordu. Cüceler o sıralarda Baraz-inbar’ın altında, kazanılması her geçen yıl daha da zorlaşan mithril metalini aramak için derinlere daldılar. Böylece Thangorodrim’den gelen ve Batı’nın Ordusu gelişinden beri yeryüzünün temellerinde gizlenen dehşet verici bir şeyi uykudan uyandırdılar: Morgoth’un Balrog’u. Durin onun tarafından öldürüldü, bir yıl sonra da oğlu I. Náin; sonra Moria’nın ihtişamı sona erdi ve halkı yok edildi ya da çok uzaklara kaçtı.

Kaçanların çoğu Kuzey’e doğru yol aldı ve Náin’in oğlu I. Thráin, Kuyutorman’ın doğu yamaçlarının yakınındaki Yalnız Dağ Erebor’a geldi ve orada yeni işlere başladı ve Dağ’ın Altındaki Kral oldu. Erebor’da büyük mücevheri, Arkentaşı’nı, Dağın Kalbi’ni buldu. Ama oğlu I. Thorin oradan ayrıldı ve Kuzey’e, Durin’in halkının çoğunun toplandığı Gri Dağlar’a gitti; çünkü orası oldukça zengin ve az keşfedilmiş bir yerdi. Fakat ötelerdeki çorak arazilerde ejderhalar vardı; yıllar sonra tekrar güçlenip çoğaldılar ve Cücelere savaş açıp eserlerini yağmaladılar. Sonunda I. Dáin, ikinci oğlu Frór ile birlikte, salonunun kapısında büyük bir soğuk-ejder tarafından öldürüldü.

Çok geçmeden Durin’in Halkı’nın çoğu Gri Dağlar’ı terk etti. Dáin’in oğlu Grór birçok cüce ile birlikte Demir Tepeler’e gitti; ama Dáin’in varisi Thrór, babasının kardeşi Borin ve halkın geri kalanı Erebor’a döndü. Thrór, Thráin’in Büyük Salonu’na Arkentaşı’nı geri getirdi, kendisi ve halkı zenginleşti; yakınlarda yaşayan tüm insanların dostluğunu kazandılar. Çünkü sadece harika ve güzel şeyler değil, çok değerli silahlar ve zırhlar da yapıyorlardı; Demir Tepeler’deki akrabalarıyla aralarında büyük bir cevher trafiği vardı. Böylece Celduin (Akan Nehir) ve Carnen (Kızılsu) arasında yaşayan Kuzeyliler güçlendi ve Doğu’dan gelen tüm düşmanları geri püskürttü; Cüceler bolluk içinde yaşadı ve Erebor Salonları’nda ziyafet ve şarkılar vardı.

Böylece Erebor’un zenginliğinin söylentisi etrafa yayıldı ve ejderhaların kulaklarına ulaştı ve sonunda zamanının ejderhalarının en büyüğü olan Altın Smaug ortaya çıktı ve hiçbir uyarıda bulunmadan Kral Thrór’a karşı geldi ve alevler içinde Dağ’a indi. Çok geçmeden tüm krallık yok oldu ve yakındaki Dale kasabası harap olup terk edildi; Smaug Büyük Salon’a girdi ve orada altından bir yatağın üzerinde yattı.

Thrór’un akrabalarından birçoğu yağmadan ve yakılmaktan kaçıp kurtuldu; en son olarak da gizli bir kapıdan Thrór’un kendisi ve oğlu Thráin II çıktı. Aileleriyle birlikte güneye, uzun ve yersiz yurtsuz bir yolculuğa çıktılar. Onlarla birlikte akrabalarından ve sadık takipçilerinden oluşan küçük bir grup da gitti.

Yıllar sonra artık yaşlı, yoksul ve çaresiz olan Thrór, hâlâ sahip olduğu tek büyük hazineyi, Yedi Yüzük’ün sonuncusunu oğlu Thráin’e verdi ve sonra sadece Nár adında yaşlı bir yoldaşıyla birlikte uzaklaştı. Ayrıldıklarında Thráin’e Yüzük hakkında şöyle dedi:

“Bu senin için yeni bir servetin temeli olabilir, her ne kadar bu pek olası görünmese de. Ama altın üretmek için altın gerekir.

“Erebor’a dönmeyi düşünmüyorsun değil mi?” dedi Thráin.

“Benim yaşımda olmaz,” dedi Thrór. ‘Smaug’dan alacağımız intikamı sana ve oğullarına miras bırakıyorum. Ama yoksulluktan ve İnsanların beni küçümsemesinden bıktım. Ne bulabileceğime bakmaya gidiyorum.’ Nereye gittiğini söylemedi.

Belki de yaşlılık ve talihsizlikten; atalarının günlerindeki Moria’nın ihtişamını uzun uzun düşünmekten biraz delirmişti; ya da Yüzük, efendisi uyandığı için kötülüğe dönüyor, onu çılgınlığa ve yıkıma sürüklüyor olabilirdi. O zamanlar yaşadığı Dunland’dan Nár ile birlikte kuzeye gitti ve Kızılboynuz Geçidi’ni geçip Azanulbizar’a indiler.

Thrór Moria’ya geldiğinde Kapı açıktı. Nár ona dikkatli olması için yalvardı, ama Thrór ona aldırmadı ve eve dönen bir varis gibi gururla içeri girdi. Ama geri dönmedi. Nár günlerce saklanarak yakınlarda kaldı. Bir gün yüksek sesli bir bağırış ve boru sesi duydu ve bir ceset merdivenlere fırlatıldı. Bunun Thrór olmasından korkarak yaklaşmaya başladı ama kapının içinden bir ses geldi:

‘Haydi, sakallı! Seni görebiliyoruz. Ama bugün korkmana gerek yok. Sana bir haberci olarak ihtiyacımız var.

Sonra Nár yukarı çıktı ve bunun gerçekten de Thrór’un cesedi olduğunu gördü, ama başı kopmuştu ve yüzüstü yatıyordu. Orada diz çökerken, gölgelerin arasından ork kahkahaları duydu ve bir ses şöyle dedi:

“Dilenciler kapıda beklemeyip hırsızlığı denemek için gizlice içeri girerlerse, onlara yapacağımız şey budur. Eğer senin halkından biri bir daha iğrenç sakallarını buraya sokarsa, aynı şekilde karşılık görecekler. Git ve onlara bunu söyle! Eğer ailesi şu anda burada kimin kral olduğunu bilmek istiyorsa, ismi yüzünde yazılı. Ben yazdım! Onu ben öldürdüm! Ben efendiyim!’

Sonra Nár başını çevirdi ve alnına cüce rünleriyle AZOG adının okunabilecek şekilde damgalandığını gördü. Bu isim onun ve daha sonra tüm Cücelerin kalbine kazındı. Nár başı almak için eğildi, ama Azog’un sesi şöyle dedi:

‘Bırak onu! Çekil! Al sana ücret, dilenci-sakal.’ Küçük bir çanta gözüne çarptı. İçinde pek de değerli olmayan birkaç sikke vardı.

Nár ağlayarak Gümüşsuyu’ndan (Silverlode) aşağı kaçtı; ama bir kez arkasına baktı ve Orkların kapıdan gelip cesedi parçaladıklarını ve parçaları kara kargalara attıklarını gördü.

Nár’ın Thráin’e getirdiği hikâye buydu; ağlayıp sakalını yolduktan sonra sustu. Yedi gün oturdu ve tek kelime etmedi. Sonra ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Buna katlanılamaz!’ Bu, uzun ve ölümcül olan ve çoğunlukla yerin altındaki derin yerlerde yapılan Cüceler ve Orklar Savaşı’nın başlangıcıydı.

Thráin hemen kuzeye, doğuya ve batıya hikâyeyi taşıyan haberciler gönderdi; ama Cücelerin güçlerini toplaması için üç yıl geçmesi gerekti. Durin’in Halkı tüm ordusunu topladı ve diğer Ataların Evleri’nden gönderilen büyük kuvvetler de onlara katıldı; çünkü ırklarının en büyüğünün varisine yapılan bu onursuzluk onları öfkeyle doldurmuştu. Her şey hazır olduğunda, Gundabad’dan Gladden’e kadar bulabildikleri tüm Ork kalelerine saldırdılar ve teker teker yağmaladılar. Her iki taraf da acımasızdı, hem karanlık hem de aydınlık taraf ölüm ve zalimlikle doluydu. Ama Cüceler güçleri, eşsiz silahları ve dağların altındaki her inde Azog’u ararken duydukları öfkenin ateşiyle zafer kazandılar.

Sonunda önlerinden kaçan tüm Orklar Moria’da toplandı ve peşlerindeki Cüce sürüsü Azanulbizar’a geldi. Burası Kheled-zâram Gölü’nün etrafındaki dağların kolları arasında uzanan ve eskiden Khazad-dûm Krallığı’nın bir parçası olan büyük bir vadiydi. Cüceler tepenin yamacındaki eski konaklarının kapısını gördüklerinde vadide gök gürültüsü gibi büyük bir nara attılar. Ama tepelerindeki yamaçlarda büyük bir düşman ordusu dizilmişti ve kapılardan, Azog’un son bir ihtiyaç için geride tuttuğu çok sayıda Ork akıyordu.

İlk başta talih Cücelerin aleyhineydi; çünkü güneşsiz, karanlık bir kış günüydü ve Orklar tereddüt etmedi, sayıca düşmanlarından üstündüler ve daha yüksek bir yere sahiptiler. Böylece Azanulbizar Savaşı (ya da Elf dilinde Nanduhirion) başladı, Orklar hâlâ hatırladıkça ürperir ve Cüceler ağlar. Thráin önderliğindeki öncülerin ilk saldırısı kayıplarla geri püskürtüldü ve Thráin o zamanlar Kheled-zâram’dan çok uzakta olmayan, ulu ağaçlardan oluşan bir ormana sürüldü. Orada oğlu Frerin, akrabası Fundin ve daha birçokları öldü; Thráin ve Thorin de yaralandı. Savaş başka yerlerde de büyük katliamlarla bir o yana bir bu yana savruldu, ta ki sonunda Demir Tepeler’in halkı günü değiştirene dek. Alana geç ve taze gelen Grór’un oğlu Náin’in zırhlı savaşçıları Orkları Moria’nın eşiğine kadar sürdüler ve “Azog!” diye bağırdılar. Azog!” diye bağırarak önlerine çıkan herkesi baltalarıyla (mattocks) devirdi.

Sonra Náin Kapı’nın önünde durdu ve büyük bir sesle bağırdı: ‘Azog! Eğer içerideysen dışarı çık! Yoksa vadideki oyun çok mu sert?

Bunun üzerine Azog dışarı çıktı; demirden kocaman bir başlık takmış, çevik ve güçlü bir Ork’tu. Yanında onun gibi birçok savaşçı vardı; Náin’in bölüğüyle çarpışırlarken Náin’e döndü ve şöyle dedi.

‘Ne? Kapıma gelen bir dilenci daha mı? Seni de mi damgalamalıyım?’ Bu sözlerle Náin’in üzerine atıldı ve dövüştüler. Ama Náin öfkeden yarı kördü ve savaşmaktan da çok bitkindi, oysa Azog tazeydi, zalimdi ve kurnazlıkla doluydu. Çok geçmeden Náin kalan tüm gücüyle büyük bir hamle yaptı, ama Azog kenara çekilip Náin’in bacağına bir tekme attı, öyle ki balta Náin’in durduğu taşın üzerinde parçalandı, ama Náin tökezleyerek öne düştü. Sonra Azog hızlı bir vuruşla boynunu yardı. Zırhlı boyunluğu darbeye dayandı ama darbe o kadar ağırdı ki Náin’in boynu kırıldı ve yere düştü.

O zaman Azog kahkaha attı ve büyük bir zafer çığlığı atmak için başını kaldırdı; ama çığlık boğazında düğümlendi. Çünkü vadideki tüm ordusunun bozguna uğradığını, Cücelerin bir o yana bir bu yana gidip önüne geleni öldürdüğünü, onlardan kaçabilenlerin de çığlıklar atarak güneye doğru kaçtığını gördü. Ve muhafızlarının hepsi ölü yatıyordu. Döndü ve Kapı’ya doğru kaçtı.

Peşinden kırmızı baltalı bir cüce merdivenlerden yukarı sıçradı. Bu Dáin Demirayak’tı, Náin’in oğlu. Tam kapıların önünde Azog’u yakaladı ve orada onu öldürüp kafasını uçurdu. Bu büyük bir başarıydı, çünkü Dáin o zamanlar Cücelerin gözünde sadece bir delikanlıydı. Ama önünde uzun bir ömür ve pek çok savaş vardı, ta ki sonunda Yüzük Savaşı’nda yaşlı ama boyun eğmemiş olarak düşene dek. Ne kadar dayanıklı ve öfke dolu olsa da, Kapı’dan indiğinde yüzünün büyük bir korku hissetmiş biri gibi gri göründüğü söylenir.

Sonunda savaş kazanıldığında, geride kalan Cüceler Azanulbizar’da toplandılar. Azog’un başını alıp ağzına küçük bir para kesesi soktular ve sonra onu bir kazığa oturttular. Ancak ne şölen ne de şarkı vardı o gece; çünkü ölüleri kederden sayılamayacak kadar çoktu. Söylendiğine göre, sayılarının ancak yarısı hâlâ ayakta durabiliyordu ya da iyileşme umudu vardı.

Yine de sabah Thráin karşılarına dikildi. Bir gözü tedavi edilemeyecek kadar kördü ve bacağındaki yara onu sakatlamıştı; ama şöyle dedi: ‘Güzel! Zaferi kazandık. Khazad-dûm bizimdir!

Ama onlar cevap verdi: ‘Durin’in Varisi olabilirsin, ama tek gözünle bile daha net görmelisin. Biz bu savaşı intikam için yaptık ve intikamımızı aldık. Ama tatlı değil. Eğer zafer buysa, ellerimiz onu tutmak için çok küçük.

Durin’in Halkı’ndan olmayanlar da şöyle dedi: ‘Khazad-dûm bizim Atalarımızın evi değildi. Bir hazine umudu değilse, bizim için nedir ki? Ama şimdi, bize borçlu olunan ödülleri ve lütufları almadan gitmemiz gerekiyorsa, kendi topraklarımıza ne kadar çabuk dönersek o kadar memnun oluruz.

Sonra Thráin Dáin’e döndü ve şöyle dedi: “Ama eminim ki kendi akrabalarım beni terk etmeyecektir?” “Hayır,” dedi Dáin. ‘Sen Halkımızın babasısın ve senin için kanımızı akıttık, yine akıtacağız. Ama biz Khazad-dûm’a girmeyeceğiz. Siz de Khazad-dûm’a girmeyeceksiniz. Kapının gölgesinden sadece ben baktım. Gölgenin ötesinde hâlâ seni bekliyor: Durin’in Felaketi. Dünya değişmeli ve Durin’in Halkı Moria’da tekrar yürümeden önce bizimkinden başka bir güç gelmeli.

Moria (Khazad-dûm) Durin'in Halkı

Böylece Azanulbizar’dan sonra Cüceler tekrar dağıldılar. Önce büyük bir zahmetle tüm ölülerini soydular ki Orklar gelip orada silah ve zırh deposu kazanmasın. O savaş alanından giden her Cücenin ağır bir yükün altında ezildiği söylenir. Sonra birçok ateş yakarak akrabalarının tüm cesetlerini yaktılar. Vadideki ağaçlar büyük ölçüde kesildi ve o günden sonra da çıplak kaldı; yanıkların kokusu Lórien’de duyuldu.

Korkunç yangın küllendiğinde müttefikler kendi ülkelerine gittiler ve Dáin Demirayak babasının halkını Demir Tepeler’e geri götürdü. Sonra büyük kazığın yanında duran Thráin, Thorin Meşekalkan’a şöyle dedi: ‘Bazıları bu kellenin pahalıya alındığını düşünebilir! En azından biz onun için krallığımızı verdik. Benimle örse geri gelecek misin? Yoksa gururlu kapılarda ekmek dilenecek misin?

“Örse,” diye yanıtladı Thorin. ‘Çekiç en azından daha keskin aletler kullanana kadar kollarımızı güçlü tutacaktır.

Böylece Thráin ve Thorin (aralarında Balin ve Glóin’in de bulunduğu) takipçilerinden geriye kalanlarla birlikte Dunland’a döndüler ve kısa bir süre sonra Eriador’a gidip dolaştılar, sonunda Lune’un ötesindeki Ered Luin’in doğusunda sürgünde bir yurt edindiler. O günlerde dövdükleri şeylerin çoğu demirdendi, ama bir şekilde zenginleştiler ve sayıları yavaş yavaş arttı. Ama Thrór’un da dediği gibi, Yüzük’ün altın üretmesi için altına ihtiyacı vardı ve o ya da başka bir değerli metalden ya çok az vardı ya da hiç yoktu.

Bu Yüzük hakkında burada bir şeyler söylenebilir. Durin’in Halkı’ndan Cüceler onun Yedi’nin ilk dövüleni olduğuna inanırlardı; ve derler ki, Khazad-dûm Kralı 3. Durin’e Elf demirciler tarafından verilmişti, Sauron tarafından değil, gerçi Yedi’nin hepsinin dövülmesine yardım ettiği için şüphesiz onun şeytani gücü üzerindeydi. Ama Yüzük’e sahip olanlar onu göstermez ya da ondan bahsetmezlerdi ve ölümleri yaklaşana kadar nadiren teslim ederlerdi, bu yüzden diğerleri onun nerede bahşedildiğini kesin olarak bilmiyorlardı. Bazıları onun Khazad-dûm’da, eğer keşfedilip yağmalanmamışlarsa kralların gizli mezarlarında kaldığını düşünüyordu; ama Durin’in Varisi’nin soyundan gelenler arasında Thrór’un oraya düşüncesizce döndüğünde onu taktığına inanılıyordu (yanılıyorlardı). Daha sonra ona ne olduğunu bilmiyorlardı. Azog’un cesedinin üzerinde bulunamadı.

Yine de, Cücelerin şimdi inandığı gibi, Sauron’un sanatıyla bu Yüzük’ün kimde olduğunu, en son kimin özgür kaldığını keşfetmiş olması ve Durin’in mirasçılarının tekil talihsizliklerinin büyük ölçüde onun kötülüğünden kaynaklanmış olması pekâlâ mümkündür. Çünkü Cüceler bu yolla ehlileştirilemez olduklarını kanıtlamışlardı. Yüzüklerin onlar üzerinde sahip olduğu tek güç, kalplerini altın ve değerli şeylere karşı açgözlülükle tutuşturmaktı; öyle ki, bunlardan yoksun olduklarında diğer tüm iyi şeyler faydasız görünüyordu ve onları yoksun bırakan herkese karşı öfke ve intikam arzusuyla doluyorlardı. Ama başlangıçlarından itibaren her türlü tahakküme en kararlı şekilde direnecek türden yaratılmışlardı. Öldürülebilmelerine ya da kırılabilmelerine rağmen, başka bir iradenin kölesi olan gölgelere indirgenemezlerdi; ve aynı nedenle yaşamları herhangi bir Yüzük’ten etkilenmez, onun yüzünden daha uzun ya da daha kısa yaşamazdı. Sauron Yüzük sahiplerinden daha çok nefret ediyor ve onları ellerinden almak istiyordu.

Bu yüzden Thráin’in birkaç yıl sonra huzursuz ve hoşnutsuz olması belki de kısmen Yüzük’ün kötülüğünden kaynaklanıyordu. Altın arzusu aklından hiç çıkmıyordu. Sonunda, buna daha fazla dayanamayınca, düşüncelerini Erebor’a çevirdi ve oraya geri dönmeye karar verdi. Kalbinden geçenleri Thorin’e söylemedi; ama Balin, Dwalin ve birkaç kişiyle birlikte kalkıp veda etti ve yola çıktı.

Daha sonra başına neler geldiği hakkında çok az şey biliniyor. Öyle görünüyor ki, birkaç yoldaşıyla birlikte yola çıkar çıkmaz Sauron’un casusları tarafından avlandı. Kurtlar peşine düştü, Orklar yolunu kesti, kötü kuşlar yolunu gölgeledi ve kuzeye gitmeye çabaladıkça daha fazla talihsizlik ona karşı çıktı. O ve yoldaşları Anduin’in ötesindeki topraklarda dolaşırken karanlık bir gece geldi ve kara bir yağmur onları Kuyutorman’ın saçaklarının altına sığınmaya itti. Ertesi sabah kamptan ayrılmıştı ve yoldaşları onu boşuna aradılar. Günlerce onu aradıktan sonra sonunda umutlarını yitirip yola çıktılar ve sonunda Thorin’e geri döndüler. Thráin’in canlı olarak yakalanıp Dol Guldur’un çukurlarına getirildiği ancak çok sonra öğrenildi. Orada işkence gördü ve Yüzük ondan alındı ve sonunda orada öldü.

Böylece Thorin Meşekalkan Durin’in Varisi oldu, ama umudu olmayan bir varis. Thráin kaybolduğunda doksan beş yaşındaydı, mağrur duruşlu büyük bir cüceydi; ama Eriador’da kalmaktan memnun görünüyordu. Orada uzun süre çalıştı, ticaret yaptı ve kazanabildiği kadar zenginlik kazandı; batıda yaşadığını duyup yanına gelen Durin’in gezgin Halkı sayesinde kavmi çoğaldı. Artık dağlarda güzel salonları ve bolca mal stokları vardı; şarkılarında hep uzaklardaki Yalnız Dağ’dan söz etseler de günleri o kadar zor görünmüyordu.

Yıllar uzadı. Thorin’in yüreğindeki kor, Hanesi’nin hatalarını ve kendisine miras kalan Ejderha’nın intikamını düşündükçe yeniden alevlendi. Büyük çekici demirhanesinde çınlarken silahları, orduları ve ittifakları düşündü; ama ordular dağılmış, ittifaklar bozulmuştu ve halkının baltaları azdı; ve örsün üzerindeki kızıl demiri döverken umutsuz büyük bir öfke onu yaktı.

Ama sonunda tesadüfen Gandalf ile Thorin arasında, Durin Hanedanı’nın tüm talihini değiştiren ve bunun yanında başka ve daha büyük sonuçlara yol açan bir buluşma gerçekleşti. Bir seferinde Thorin bir yolculuktan batıya dönerken geceyi Bree’de geçirdi. Gandalf da oradaydı. Yirmi yıldır ziyaret etmediği Shire’a gidiyordu. Yorulmuştu ve orada bir süre dinlenmeyi düşündü.

Birçok kaygının yanı sıra Kuzey’in tehlikeli durumu da onu rahatsız ediyordu; çünkü Sauron’un savaş planları yaptığını ve kendini yeterince güçlü hisseder hissetmez Ayrıkvadi’ye saldırmaya niyetlendiğini biliyordu. Angmar topraklarını ve dağlardaki kuzey geçitlerini geri almak için Doğu’dan gelecek herhangi bir girişime karşı koymak için artık sadece Demir Tepeler’in Cüceleri vardı. Onların ötesinde ise Ejderha’nın çorak arazisi uzanıyordu. Sauron’un korkunç bir etkiyle kullanabileceği Ejderha. O halde Smaug’un sonu nasıl getirilebilirdi?

Gandalf oturmuş bunları düşünürken Thorin karşısına dikildi ve şöyle dedi: ‘Efendi Gandalf, sizi sadece simanızdan tanıyorum, ama şimdi sizinle konuşmaktan memnun olurum. Çünkü son zamanlarda sık sık aklıma geliyorsunuz, sanki sizi aramam isteniyormuş gibi. Gerçekten de öyle yapmalıydım, eğer seni nerede bulacağımı bilseydim.

Gandalf ona hayretle baktı. “Bu çok tuhaf, Thorin Meşekalkan,” dedi. “Çünkü ben de seni düşünmüştüm; Shire’a gidiyor olsam da, aklımda senin salonlarına giden yol da vardı.

“İstersen öyle adlandır,” dedi Thorin. ‘Onlar sadece sürgündeki fakir barınaklar. Ama eğer gelirsen orada hoş karşılanırsın. Çünkü sizin bilge olduğunuzu ve dünyada olup bitenler hakkında herkesten daha çok şey bildiğinizi söylerler; benim de aklımda çok şey var ve sizin öğütlerinizden memnun olurum.

“Geleceğim,” dedi Gandalf; “çünkü sanırım en azından bir sorunu paylaşıyoruz. Erebor Ejderhası aklımdan çıkmıyor ve onun Thrór’un torunu tarafından unutulacağını sanmıyorum.

Başka bir yerde bu buluşmanın nasıl sonuçlandığı anlatılır: Gandalf’ın Thorin’e yardım etmek için yaptığı tuhaf plan ve Thorin ile yoldaşlarının Shire’dan yola çıkıp Yalnız Dağ’ı aramaya başlamaları ve bu arayışın öngörülemeyen büyük sonuçlara yol açması. Burada sadece Durin’in Halkı’nı doğrudan ilgilendiren şeyler hatırlanmaktadır.

Ejderha Esgarothlu Ozan tarafından öldürüldü ama Dale’de savaş vardı. Çünkü Orklar, Cücelerin dönüşünü duyar duymaz Erebor’a saldırdılar; başlarında da Dáin’in gençliğinde öldürdüğü Azog’un oğlu Bolg vardı. Dale’deki o ilk savaşta Thorin Meşekalkan ölümcül bir yara aldı; öldü ve göğsünde Arkentaşı ile Dağ’ın altındaki bir mezara gömüldü. Kız kardeşinin oğulları Fíli ve Kíli de orada öldü. Ama Demir Tepeler’den yardımına gelen ve aynı zamanda onun yasal varisi olan kuzeni Dáin Demirayak, daha sonra Kral Dáin II oldu ve böylece Dağ’ın altındaki Krallık, Gandalf’ın istediği gibi yeniden kuruldu. Dáin büyük ve bilge bir kral olduğunu kanıtladı ve Cüceler onun zamanında yeniden zenginleşip güçlendi.

Aynı yılın yaz sonunda (2941) Gandalf sonunda Saruman ve Ak Divan’ı Dol Guldur’a saldırmaya ikna etti ve Sauron geri çekilip Mordor’a gitti, orada tüm düşmanlarından güvende olacağını düşünüyordu. Bu yüzden sonunda Savaş başladığında asıl saldırı güneye yöneldi; ama yine de Sauron, Kral Dáin ve Kral Brand yoluna çıkmasaydı, kuzeye uzanmış sağ eliyle büyük kötülükler yapabilirdi. Hatta Gandalf’ın daha sonra Minas Tirith’te bir süre birlikte yaşayan Frodo ve Gimli’ye söylediği gibi. Çok geçmeden Gondor’a çok uzaklardaki olayların haberi gelmişti.

“Thorin’in düşüşüne üzülmüştüm,” dedi Gandalf; “ve şimdi de Dáin’in düştüğünü duyuyoruz, biz burada savaşırken bile Dale’de savaşıyormuş. O koca yaşında, karanlık çökene kadar Erebor Kapısı’nın önünde Kral Brand’ın cesedinin başında durarak baltasını hâlâ söylendiği kadar güçlü bir şekilde kullanabilmesi bir mucize olmasaydı, buna ağır bir kayıp derdim.

Erebor Cücelerinin Soyu, Glóin’in oğlu Gimli tarafından Kral Elessar için belirlendiği şekliyle.

Durin'in Halkı Erebor Cücelerinin Soyu EK A Appendix A

Erebor’un Kuruluşu 1999

Dain I’in, Ejderha tarafından katledilmesi 2589

Erebor’a Dönüş 2590

Erebor’un Yağmalanması 2770

Thror’un Öldürülmesi 2790

Cüceler ve Orkların Savaşı, 2793-9.

Nanduhirion Savaşı, 2799.

Thráin gezintiye çıkıyor, 2841.

Thráin’in ölümü ve Yüzük’ünün kaybı, 2850.

Beş Ordular Savaşı ve Thorin II’nin ölümü, 2941.

Balin Moria’ya gider, 2989.

* Sürgünde olsun ya da olmasın, Durin’in Halkı’nın kralları olarak kabul edilenlerin isimleri bu şekilde işaretlenmiştir. Thorin Meşekalkan’ın Erobor yolculuğundaki diğer yoldaşları Ori, Nori ve Dori de Durin Hanedanı’ndandı ve Thorin’in daha uzak akrabalarıydı. Bifur, Bofur ve Bombur Moria Cüceleri’nden geliyorlardı ama Durin’in soyundan değillerdi.

“Yine de işler çok daha farklı ve çok daha kötü gidebilirdi. Büyük Pelennor Savaşı’nı düşündüğünüzde, Dale’deki savaşları ve Durin’in Halkı’nın yiğitliğini unutmayın. Neler olabileceğini düşünün. Eriador’da ejderha ateşi ve vahşi kılıçlar, Ayrıkvadi’de gece. Gondor’da Kraliçe olmayabilirdi. Şimdi buradaki zaferden sadece yıkıntı ve külle dönmeyi umuyor olabilirdik. Ama bu önlendi – çünkü Thorin Meşekalkan’la bir akşam Bree’de baharın kıyısında karşılaştım. Orta Dünya’da dediğimiz gibi, tesadüfi bir karşılaşma.

Dís, Thráin II’nin kızıydı. Bu tarihlerde adı geçen tek cüce kadındır. Gimli’nin söylediğine göre, cüce kadın sayısı çok azdır, muhtemelen tüm halkın üçte birinden fazla değildir. Büyük ihtiyaçlar dışında nadiren dışarıda dolaşırlar. Sesleri, görünüşleri ve eğer bir yolculuğa çıkmaları gerekiyorsa giysileriyle cüce-adamlara o kadar benzerler ki, diğer halkların gözleri ve kulakları onları ayırt edemez. Bu, İnsanlar arasında cüce-kadınların olmadığı ve Cücelerin ‘taştan büyüdüğü’ gibi aptalca bir görüşün doğmasına neden olmuştur.

Aralarındaki kadın sayısının azlığı yüzünden Cücelerin soyu yavaş yavaş artar ve güvenli bir konutları olmadığında tehlikeye girer. Çünkü cüceler hayatları boyunca sadece bir eş ya da koca alırlar ve her konuda olduğu gibi hakları konusunda da kıskançtırlar. Evlenen cüce erkeklerin sayısı aslında üçte birden daha azdır. Çünkü kadınların hepsi koca almaz: Bazıları hiç koca istemez; bazıları bir koca ister ama elde edemez ve bu yüzden de başka koca almaz. Erkeklere gelince, pek çoğu da evlenmeyi istemez, zanaatlarına dalmışlardır.

Glóin’in oğlu Gimli ünlüdür, çünkü Yüzük’le birlikte yola çıkan Dokuz Yoldaş’tan biriydi; ve Savaş boyunca Kral Elessar’ın yanında kaldı. Kral Thranduil’in oğlu Legolas ile aralarında büyüyen büyük sevgi ve Leydi Galadriel’e olan saygısı nedeniyle Elf-dostu olarak adlandırıldı.

Sauron’un düşüşünden sonra Gimli, Erebor’daki Cüce halkının bir kısmını güneye getirdi ve Işıltılı Mağaralar’ın Efendisi oldu. O ve halkı Gondor ve Rohan’da büyük işler yaptı. Minas Tirith için, Cadı-Kral tarafından kırılan kapıların yerine mithril ve çelikten kapılar yaptılar. Arkadaşı Legolas da Güney Elflerini Yeşilorman’dan çıkardı ve Ithilien’e yerleştiler ve orası bir kez daha tüm batı topraklarının en güzel ülkesi haline geldi.

Elessar hayatını kaybettiğinde Legolas da kalbinin sesini dinledi ve Deniz’in ötesine yelken açtı.

İşte Kırmızı Kitap’taki son notlardan biri

legolas gimli valinor durin'in halkı

Legolas’ın Glóin Gimli’nin oğlunu, Elf ve Cüce arasındaki tüm dostluklardan daha büyük olan dostlukları yüzünden yanına aldığını duymuştuk. Eğer bu doğruysa, bir Cüce’nin herhangi bir sevgi için Orta Dünya’yı terk etmeye istekli olması, Eldar’ın onu kabul etmesi ya da Batı’nın Efendileri’nin buna izin vermesi gerçekten de gariptir. Ama Gimli’nin de Galadriel’in güzelliğini tekrar görme arzusuyla gittiği söylenir; ve belki de Eldar arasında kudretli olan Galadriel onun için bu lütfu elde edebilmiştir. Bu konuda daha fazla bir şey söylenemez.

Bir sonraki Yüzüklerin Efendisi Ek’i, Ek B bölümü Yılların Öyküsü’nü okumak için buraya tıklayın.

Eğer Orta Dünya hayranıysanız, bizi TwitterInstagram ve Facebook üzerinden takip etmeyi unutmayın!

The Lord of the Rings: The Rings of Power (Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri) dizisiyle ilgili son haberleri takip etmek için portalımıza, Orta Dünya ile ilgili tartışmalara katılmak için de forumumuza mutlaka bir göz atın.

YouTube ve Twitch kanallarımıza da bekleriz.

Bir yorum

  1. çok teşekkürler harika iş yapmışsınız. arada çeviri tam olmamış gibi dediğim yerler oldu karşılaştırdım ve yapığınız işee hayran kaldım, olabilecek en iyi şekilde yapmışsınız tebrikler ve teşekkürler tekrar :)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir