Finwe

Finwe

Finwe Künye:

İsim: Finwe Ñoldóran
Ünvan: Noldor’un Yüce Kralı
Cinsiyet: Erkek
Soy: İlkdoğan
Hanedan: Finwe Evi
Eş: Míriel Serindë; Indis
Çocukları: Fëanor, Irimë, Fingolfin, Finarfin, Findis, Faniel
İkamet Yerleri: Tirion
Dili: Genel Eldarin ve Quenya
Doğum: Ağaçlar’ın Çağı(A.Y.) 1050 Cuiviénen \ İlk uyananlardan olma ihtimali de mevcuttur
Saltanat Süresi: A.Y. 1102-1495
Ölüm: A.Y. 1495 [Yaşı 445(Ağaç Yıllarına göre)\ 4293 (Güneş Yılına göre)]

Elflerin ilk neslinden(ilk doğanlardan) olduğu düşünülen Finwe, Noldor denilen Elf topluluğunun da kralıdır. Finwe Ñoldóran, yani “Finwe Noldor’un Kralı” Halkı tarafından liderliği tartışmasız şekilde kabul edilen ve sevilen bir kişidir. Onun neslinden gelen(ta Aragorn ve Arwen’e kadar uzanan) kişiler, tarih boyunca hep önemli olayların başını çekmişlerdir. Kendisi Üç Yüce Elf’ten biridir. Bunlar Ingwë Ingweron, Finwe Ñoldóran, Elwë Singollo(Elu Thingol) dur.

NOT: Ingwë tüm Elflerin Yüce Kralı’dır. Elwë ise Teleri denilen Elf topluluğunun kralıdır. Bu topluluğun Orta-Dünya’da kalmış ve Elwë’nin hükmü altında olanına Sindar denilmiştir. Ayrıca Finwe ve Elwë’nin çok iyi dost oldukları bilinmektedir.
Bu üç Elf’in bu kadar önemli kişiler olmasının beklide en önemli nedeni Valar’ın çağrısına ilk olarak ve tek başlarına yalnız onların cevap vermeleri ve böylece halklarını ışığa ve huzura kavuşturmuş olmalarıdır.

Finwe uzun siyah saçlı, uzun boylu, muhteşem parlak gri-mavi gözlü, adil yüz hatlarına sahip, asil ve hükmedici yapıya sahip bir Elf idi.

“He had black hair, but brilliant grey-blue eyes. ”

[The Peoples of Middle-earth, The Shibboleth of Fëanor (Dipnot 19)

Finwe iki evlilik yapmıştır. İlk eşi bir Noldo olan Serindë Míriel’dir. Kendisi Fëanor’un annesidir. Diğer eşi ise bir Vanyar Elfi olan Indis’dir. Bu evlilikten iki erkek, üç kız(üçüncüsü biraz şüpheli) dünyaya gelmiştir. Bunlar Fingolfin, Finarfin, Findis, Irimë, Faniel’dir. Valinor’a gittiğinde Tirion onun için kurulmuştur.

The Peoples of Middle-earth, The Shibboleth of Fëanor, (Dipnot 26)
“War of the Jewels kitabında, bir dizi Elf soyunun Edain ile açık bir benzerlik gösterdiğine dair atıfta bulunmuştum: XI 229’a gö zat, buraya Aralık 1959 tarihli, onlara ilişkin önceki notları açıkça kaydettim.
…………
ama babam bunları yazdığı sırada açıkça önünde vardı. Ve en son yapılan değişik ile bu dört ifadeyi kabul etmiş sayılırım. Bütün bu veriler içinde Finwe ve Indis’in üç kızı hala vardır: Findis, Faniel ve Irimë (X. 207, 238 ve ayrıca X. 262; buralarda Finvain, Irimë olarak beliriyor.) ve düzeltme yapılmamıştır. Ara söz içinde Faniel kaybolup genç kız kardeşlerin ikisi Irimë ve Irien olarak meydana gelir.”

Şimdi gelin hep beraber kayıtlara geçen şekliyle tarihe bir göz atalım:

Valar, uzun cağlar boyunca Aman Dağları’nın ötesinde, Ağaclar’ın ışığında mutluluk içinde yaşadı ama Orta Dünya’nın tümü yıldızların altında alacakaranlıkta kalmıştı. Lambalar parlarken oralarda başlayan gelişme şimdi durdurulmuştu, çünkü her yer yeniden kararmıştı. Ama yasayan en eski şeyler yetişmişti: denizlerde büyük yabani otlar ve toprakta koca ağaçların gölgesi ve karanlığa bürünmüş tepelerin vadilerinde, eski ve güçlü karanlık yaratıklar vardı. Yavanna ve Orome’nin dışında Valar, o topraklara ve ormanlara çok ender olarak gelirdi; Yavanna orada gölgelerin içinde gezinirdi, kederliydi, çünkü Arda Baharı’nın büyüyüp gelişmesinin önüne geçilmişti. Yavanna, yıpranmasınlar ve aslında şimdi olması gereken uyanış zamanlarını beklesinler diye, Bahar’da doğan pek çok şeyi uykuya yatırmıştı.

Ama kuzeyde Melkor gücünü inşa etti; ve uyumadı, izledi, çalıştı; yoldan çıkardığı kötü şeyler civarda gezindi, karanlık ve uyuklayan ormanlara canavarlar ve korkutucu suretler dadandı. Utumno’da etrafına iblislerini, eski ihtişamlı günlerinde ona bağlanan ve çürümeye başladığı günlerde ona en çok benzemeye başlayan ruhları topladı: kalpleri ateştendi, ama karanlık içinde gizleniyorlardı ve etraflarına dehşet saçarlardı; alev kırbaçları vardı. Zaman içinde Orta Dünya’da Balroglar diye isimlendireceklerdi.

Ve o karanlık zamanda Melkor çeşitli şekil ve türde dünyayı uzun sure uğraştıran birçok canavar yetiştirdi ve toprakları artık Orta Dünya’nın ötesine, güneye doğru yayıldı. Melkor, Aman’dan gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı koyabilmek için denizin kuzeybatı kıyılarından çok uzakta olmayan bir kale ve silah deposu yaptı. Bu kale Melkor’un yardımcısı Sauron tarafından yönetildi ve Angband diye isimlendirildi.

Yavanna ve Orome’nin Dış Topraklardan getirdikleri haberler onlara sıkıntı verdiği için Valar divan topladı ve Yavanna Valar’ın huzurunda şunları söyleyerek konuştu:

Yavanna: “Ey Arda’nın kudretlileri; Ilúvatar’ın Görüntü’sü kısa sürdü ve hemen elimizden alındı; belki de bu yüzden sınırlı günleri sayarak kararlaştırılmış zamanı tahmin edemeyiz. Yine de şuna emin olun: zaman yaklaşıyor, bu çağ içinde umudumuz açığa çıkarılacak ve Çocuklar uyanacaktır. Öyleyse, onların yerleşeceği toprakları ıssızlığa ve kötülüğün içine mi terk etmeliyiz? Biz Işığa sahipken onlar karanlık içinde mi dolaşsınlar? Manwë, Taniquetil’in üzerinde otururken, onlar Melkor’a mı, efendi desin?”

Tulkas: “Yoo! Bırakın tez zamanda savaşalım! Gereğinden uzun süre kavgadan uzak dinlenmedik mi, artık gücümüz yerine gelmedi mi? Bizimle tek başına sonsuza kadar mücadele edebilir mi?”

Ama Manwë’nin emriyle Mandos konuştu ve dedi ki:

Mandos: “Ilúvatar’ın Çocukları aslında bu çağda gelmeli ama henüz gelmediler. Dahası İlkdoğanlar’ın karanlıkta gelmesi ve ilk önce yıldızlara bakması kaderleridir. Büyük Işık onların zayıflığı olacak. İhtiyaç duyduklarında daima Varda’ya seslenecekler.”

Sonra Varda divanda öne çıkıp Taniquetil’in tepesinden uzaklara baktı; sayısız yıldızın altında Orta-Dünya’nın belirsiz ve uzak karanlığını izledi. Sonra görkemli bir işe girişti, Arda’ya gelişlerinden beri Valar’ın yaptıklarının en önemlisine. İlkdoğanlar’ın gelişini düşünerek Telperion’un sarnıçlarından gümüş çiyleri alıp onlarla yeni ve daha parlak yıldızlar yaptı.

İşte bu yüzden, zamanın derinliklerinden ve Eä’daki emeği yüzünden adına Aydınlatıcı, Tintallë, daha sonra da Elfler tarafından Yıldızların Kraliçesi, Elentári dendi. Carnil ve Luinil’i, Nénar ile Lumbar’ı, Alcarinquë ve Elemmírë’yi yarattı; kadim yıldızların çoğunu bir araya toplayıp Arda’nın göklerine burçlar olarak yerleştirdi: Wilwarin, Telumendil, Soronúmë ve Anarríma; ve parlayan çemberiyle günlerin sonunda olacak Son Savaş’ı önceden haber verecek olan Menelmacar’ı. Ve kuzeyde Melkor’a meydan okumak üzere yücelerde salınsınlar diye yedi güçlü yıldızlı tacı yerleştirdi, Valacirca’yı, Valar Orağı ve onun kaderin işaretini.

Derler ki Varda tam da uzun upuzun süren yıldızları yapma işinin sonuna ulaştığında, Menelmacar’ın göğe yükseldiği ve Helluin’in mavi ateşi dünyanın hudutlarının üzerindeki sislerin içinde titreştiği sırada, işte tam o saatte, Yeryüzünün Çocukları uyandılar, yani Ilúvatar’ın İlkdoğanları. Yıldızlarla aydınlanmış Cuiviénen Gölü’nün, Uyanış Suyu’nun yanı başında Ilúvatar’ın uykusundan uyandılar. Oracıkta Cuiviénen kıyısında sesiz sedasız yaşayıp giderlerken, dünya yüzündeki her şeyden evvel göklerdeki yıldızları gördü gözleri. Böylece işte gönül verdiler yıldız ışığına ve Elentári Varda’yı tüm Valar’ın üzerinde bir yere koydular hürmetleriyle.

Finwe

“ Aman Elfleri ve Sindar arasında hemen hemen aynı şekilde muhafaza edilen efsaneye göre; Üç Klan, başlangıçtaki üç Elf-atasından türetilmiştir: Imin, Tata ve Enel (Bir, İki, Üç) ve (Elflerin) her biri aşağıdakilerden hangisine katılacağını kendi seçti. Bu nedenle ilk başta isimleri sadece Minyar ‘İlkler’, Tatyar ‘İkinciler’, ve Nelyar ‘Üçüncüler’ idi. Bu numaralandırma, ilk uyanan orijinal(saflar, ilkler) 144 Elf’den; 14, 56, 74 şeklindeydi. Bu oranlar yaklaşık, Ayırma’ya kadar sürmüştür.”

The War of the Jewels, Appendix. The legend of the Awaking of the Quendi

Dünyanın değişiminde toprakların ve denizlerin şekilleri dağılıp yeniden yaratıldı; nehirler aynı yataktan akmadı, dağlar aynı yerde yükselmedi ve artık Cuiviénen’e dönüş olmayacaktı. Ama Elfler arasında onun Orta Dünya’nın doğusunun uzaklarında, kuzeye doğru uzandığı ve iç deniz Helcar’da bir koy olduğu ve bu denizin daha önceki zamanlarda, Melkor yıkmadan önce Illuin’ Dağı’nın bulunduğu yerde olduğu söylenir. Doğudaki yüksekliklerden oralara çok su akıyordu ve Elflerin duyduğu ilk ses, akan suyun, taşın üzerine çarpan suyun sesiydi.

Uzun süre yıldızların altındaki suyun kıyısında, ilk yurtlarında yaşayıp merak içinde Dünya üzerinde gezindiler ve bir dil yaratmaya, algıladıkları her şeyi adlandırmaya başladılar. Kendilerine Quendi dediler, seslerle konuşanları belirtmek için; çünkü kendilerinin dışında konuşan ya da şarkı söyleyen canlı hiçbir şeyle henüz karsılaşmamışlardı.

Ve öyle bir an geldi ki, Oromë avlanırken doğuya at sürüyordu ve Helcar’ın kıyılarında kuzeye dönüp Doğu Dağları’nın Orocarni’nin, gölgelerinin altından geçti. Sonra aniden Nahar koca bir kişneme koyuverip durdu. Oromë, şaşkınlık içinde sustu, yıldızların altındaki toprağın sessizliğinde uzaklarda şarkı söyleyen sesler duyuyor gibiydi.

Böylesine uzun süredir beklediklerini Valar, sonunda rastlantıyla bulacaktı. Ve Elfleri izleyen Orome, sanki onlar umulmadık, muhteşem ve öngörülmemiş şeylermiş gibi hayranlıkla doldu; bu Valar için hep böyle olacaktı. Dünya yokken, her şey Müzik’in içinde düşünülüp uzaklardaki Görüntü’de önce öngörülebilse de, Eä’nın içine gerçekten inenler, birçok şeyle sanki daha önce anlatılmamış ya da gösterilmemiş yeni bir şey gibi tanışacaklardır.

Başlangıçta Ilúvatar’ın İlk Çocukları, şimdikilerden daha güçlü ve büyüktü; ama daha güzel değil, çünkü her ne kadar gençlik günlerinde Quendi’nin güzellikleri Ilúvatar’ın var olmasına sebep olduğu diğer her güzelliğin ötesinde olsa da Batı’da yaşamları boyunca üzüntü ve bilgelikle güzellikleri süslenecekti. Oromë, Quendi’yi sevdi, onları kendi dillerinde Yıldızların Halkı anlamına gelen Eldar diye isimlendirdi; ama bu isim daha sonra sadece batıya doğru olan yolda onu izleyenler tarafından kullanılacaktı.

Yine de birçok Quendi, onun gelişiyle dehşet içinde kaldılar; bu Melkor’un eseriydi. Çünkü bilgeler, daha sonra edinilen bir bilgiye göre, Quendi’nin uyanışını ilk fark edenin daima tetikte olan Melkor olduğunu ve onun, onları gizlice izlesinler, pusu kurup beklesinler diye gölgeler ve kötü ruhlar yolladığını açıklayacaklardı. Böylece, Oromë’nin gelişinden birkaç yıl önce, eğer bir Elf yurtlarından tek başına ya da birkaç kişiyle uzaklaşırsa, genelde yok olur ve asla dönmezmiş; Quendiler, onları Avcı’nın yakaladığını, onların da korktuğunu söylerler ve gerçekten yankıları Batı’da hala hatırlanan, Elflerin en kadim şarkıları, Cuivienen tepelerinde yürüyen veya birdenbire yıldızların üzerinden geçen gölge şekillerden ve gezinenleri yakalayarak parçalayıp yutmak için izleyen vahşi atı üzerindeki karanlık Süvari’den bahsederler.

Melkor, Oromë’nin at sürüsünden fazlasıyla nefret ediyor ve korkuyordu; bu yüzden ya gerçekten hizmetkarlarını karanlık süvari suretinde yolluyor ya da bir gün ülke dışında karşılaşırlarsa Oromë’den saklansınlar diye Quendi arasına yalancı fısıltılar yerleştiriyordu.

Böylece Nahar kişneyip Oromë gerçekten onların arasına geldiğinde, Quendi’nin bir bölümü saklandı, bir bölümü de kaçacaktı. Ama cesareti olup kalanlar, kısa sürede Yüce Süvari’nin karanlıktan şekillenmediğini anladılar; çünkü yüzünde Aman’ın Işığı vardı ve Elflerin soylularının tümü buna kapıldı. Ama Melkor tarafından tuzağa düşürülen o bedbahtlara dair kesin olarak bilinen çok az şey var. Zira canlılar içinde kimler Utumno’nun cehennem çukurlarına inmiş, ya da Melkor’un öğütlerinin karanlığını keşfetmiştir ki? Yine de Eressëa’nın bilgelerinin gerçek saydığı bir şey vardır, Melkor’un eline düsen Elfler; Utumno yıkılmadan önce orada hapsedildi, kötülüğün ağır sanatlarıyla bozulup köleleştirildi ve Melkor işte böyle yetiştirdi.

Elflerle alay edip onlara imrenen ve zamanla en korkunç düşmanları olan iğrenç Ork ırkını. Orklar yaşayan varlıklardı ve Ilúvatar’ın Çocukları gibi çoğaldılar ve Başlangıç’tan önce Ainulindalë’deki ayaklanışının ardından Melkor, ne kendine ait yaşamı ne de yaşama benzerliği olan bir şeyi yaratamadı: böyle der bilgeler.

Yüreklerinin derinliklerinde Orklar, kederlerinin tek yaratıcısı olan ve korkuyla hizmet ettikleri Efendi’den nefret ettiler. Belki de Melkor’un en aşağılık ve Ilúvatar’a karşı en nefret dolu işi buydu.

Oromë, Quendi’nin arasında bir süre oyalandı, ardından hızla at sürerek denizleri ve diyarları aşarak Valinor’a döndü, Valmar’a haberi ulaştırdı; Cuiviénen’i kedere boğan gölgelerden bahsetti. Valar, haberlere sevindi ama sevinçlerinin yanında bir tereddüt içindeydiler ve uzun bir süre boyunca Quendi’yi Melkor’un gölgesinden korumak için alınabilecek en iyi tedbir üzerine tartıştılar. Oromë hemen Orta Dünya’ya dönüp Elflerin yanında kaldı.

Manwë, uzun süre düşünceler içinde Taniquetil’in üzerinde oturdu ve Ilúvatar’dan öğüt diledi. Ardından Valmar’a inip Valar’ı hüküm Çemberi’nde toplanmaya çağırdı; Dış Deniz’den Ulmo bile geldi. Sonra Manwë, Valar’a dedi ki:

“Bu yüreğimdeki Ilúvatar’ın öğüdüdür: ne pahasına olursa olsun, Arda’nın hakimiyetini yeniden ele geçirip, Quendi’yi Melkor’un gölgesinden kurtarmalıyız.”

Tulkas mutluydu; bu mücadelenin sonucunda dünyaya verilecek zararları öngören Aulë ise kederli. Ama Valar hazırlanıp Melkor’un kalesine saldırıp olanları sona erdirmek kararıyla Aman’dan çıktı. Melkor, bu savasşn Elfler için yapıldığını, yıkılışının sebebinin onlar olduğunu asla unutmadı.

Oysa onların bu işlerde hiçbir rolü yoktu ve kendi günlerinin başlangıcında Batı’nın güçlerinin Kuzey’e saldırısına dair bildikleri pek azdır. Melkor, Valar’ın hücumuyla Orta-Dünya’nın kuzeybatısında karsılaştı ve o bölgenin tamamı korkunç derecede zarar gördü. Ama Batı’nın ordularının ilk zaferi çabuk gelmişti ve Melkor’un hizmetkârları, Utumno’ya kaçtılar. Sonra Valar, Orta-Dünya tarafına dönüp Cuiviénen üzerine bir koruma oluşturdu ve Quendi, Güçler Savaşı’nın bundan sonrası hakkında Dünya’nın altlarında sarsılıp homurdanması, suların hareketlenmesi ve kuzeyden güçlü ateşler gibi ışıkların fışkırması dışında hiçbir şey bilmedi.

Utumno kuşatması uzun ve acı vericiydi; kapılarının önünde, Elflerin söylentiler dışında hiçbir şey bilmediği birçok çarpışma yapıldı. O sürede Orta-Dünya’nın biçimi değişti ve onu Aman’dan ayıran Ulu Deniz genişleyip derinleşti, kıyılarına çarpıp güneye doğru büyük bir körfez yarattı. Kuzeyde, uzaklarda Ulu Körfez ve Helcaraxë arasında, Orta-Dünya ve Aman’in birbirine yaklaştığı yerde birçok küçük koy oluştu. Onların en önemlisi Balar Koyu’dur ve kudretli Sirion Nehri kuzeydeki yeni yükseltilen dağlık bölgelerden, Dorthonion ve Hithlum civarındaki dağlardan onun içine doğru aktı. Kuzeyin uzaklarındaki topraklar o günlerde terk edilmişti; çünkü Utumno oradaydı ve son derece derinlere oyulmuştu; derin çukurları ateşlerle ve Melkor’un hizmetkârlarının büyük ordularıyla doluydu.

Ama sonunda Utumno’nun kapıları kırıldı, salonları ortaya çıkarıldı ve Melkor en derindeki çukura sığındı. Tulkas Valar’ın şampiyonu olarak öne çıkıp onunla güreşip yüzüstü yere çaldı ve Melkor, Aulë’nin yaptığı Angainor adlı zincirle bağlanarak esir edildi ve dünyaya uzun bir çağ boyunca huzur geldi.

Yine de Valar, Angband ve Utumno kalelerinin altındaki hileyle derinlere saklanmış büyük yeraltı mahzenlerinin ve mağaraların tamamını keşfedemedi. Orada hala birçok kötü şey dolaşıyordu ve diğerleri de dağılıp karanlığın içinde kayboldular, dünyanın ıssız yerlerinde daha kötü bir zamanın gelmesini bekleyerek başıboş gezindiler, ama Sauron’u bulamadılar. Savaş bitip kuzeydeki yıkıntılardan yükselen büyük bulutlar yıldızları örttüğünde Valar, Melkor’u Valinor’a geri getirdi, elleri ve ayakları bağlıydı, gözleri de; Hüküm Çemberi’ne getirildi.

Orada Manwë’nin ayaklarına kapanıp af diledi ama reddedildi ve ne bir Vala ne bir Elf ne de bir ölümlü İnsanın, kimsenin kaçamayacağı Mandos’un sağlam salonlarına hapsedildi. Bu salonlar geniş ve sağlamdır; Aman’ın batısında inşa edilmişlerdir. Melkor’un üç cağ boyunca orada kalmasına, sonra davasına tekrar bakılıp, yeniden af dilemesine hükmedilmişti.

Sonra Valar yeniden divanda toplanıp müzakere sırasında ikiye bolündüler. Çünkü kimileri, ki başlarında Ulmo vardı, Quendi’nin Orta-Dünya’da diledikleri gibi dolaşmak üzere özgür bırakılmaları, onlara bahsedilen yetenekleriyle tüm topraklara hükmedip yaralarını iyileştirmeleri gerektiğini savunuyordu. Ama çoğunluk, yıldız ışıklarının aydınlattığı günbatımlarındaki hilelerin ortasında bulunan tehlikeli ülkede Quendi için endişeleniyordu; Elflerin güzelliklerine duydukları sevgiyle daha da dolup onların dostluklarını arzuladılar. Böylece sonunda, Ağaclar’ın Işığında, Güçler’in dizinin dibinde sonsuza dek yaşamaları için Quendi’yi Valinor’a davet etmeye karar verdiler; ve Mandos sessizliğini “Hüküm böyle verildi” diyerek bozdu. Bu davetten zaman içinde pek çok keder doğacaktı.

Ama Elfler başlangıçta davete kulak asmaya isteksizdi, çünkü Oromë dışındaki Valar’ı sadece savaşa giderkenki öfkeleri içinde görmüş ve korkuyla dolmuşlardı. Bu yüzden Oromë yeniden onların arasına yollandı ve aralarından Valinor’a gelip halkları adına konuşacak elçiler seçti; ve onlar sonrasında kral olacak olan Ingwë, Finwe ve Elwë’ydi. Ve geldiklerinde Valar’ın azameti ve görkemi yüzünden huşuyla doldular, Ağaçlar’ın ışığına ve ihtişamına kapıldılar. Sonra Oromë onları Cuiviénen’e geri götürdü ve halklarının önünde konuştular; onlara Valar’ın çağrısına kulak verip Batı’ya gitmeleri için öğütler verdiler.

Derken Elflerin ilk ayrılışı gelip çattı. Çünkü Ingwë’nin akrabaları ve Finwe ile Elwë’nin akrabalarının çoğu efendilerinin sözüyle fikirlerini değiştirip yurtlarından ayrılarak Oromë’yi izlemeye istekliydi ve onlar zaman içinde, Oromë’nin başlangıçta, tüm Elflere verdiği isim olan Eldar olarak bilindiler. Ama Elflerin çoğu, Orta-Dünya’nın yıldız ışığını ve büyük düzlüklerini Ağaçlar’a dair söylenenlere tercih ederek çağrıları reddetti; onlar gönülsüzlerdi, Avari, o andan itibaren Eldar’dan ayrılıp birçok çağ geçene kadar bir daha karsılaşmadılar,

Eldar, şimdi doğudaki ilk yurtlarından büyük bir yürüyüşe hazırlanıyorlardı ve üç topluluk halinde düzenlendiler. En küçük ve yola ilk çıkan topluluğu tüm Elf ırkının en ulu efendisi Ingwë yönetiyordu. Valinor’a girip Güçler’in ayağının dibine oturdu, bütün Elfler onun adına saygı duyarlar; ama bir daha asla ne geri döndü ne de Orta-Dünya’ya baktı. Halkına Vanyar dendi; onlar Güzel Elflerdi, Manwë ve Varda’nın en çok sevdiği Elfler, İnsanlar arasında cok az kişi onlarla konuşmuştur.

Sonra Noldor geldi, isimleri bilge anlamına gelen, Finwe’nin halkı. Onlar Derin Elflerdi, Aulë’nin dostları ve şarkılarda ünlendiler; çünkü eskilerin kuzeydeki topraklarında uzun sure ve keder içinde savaşıp emek vermişlerdir.

En büyük grup en son geldi, onlar da Teleri diye isimlendirildi; çünkü yollarda çok oyalanmışlar ve alacakaranlıktan Valinor’un ışığına geçmeyi kafalarına tamamen koymamışlardı. Sudan büyük keyif alırlardı ve sonunda batı kıyılarına ulaştıklarında denizden büyülendiler. Bu yüzden Aman diyarında isimleri Deniz Elfleriydi, Falmari çünkü kıyıya çarpan dalgaların yanında müzik yapıyorlardı. Sayıları çok fazla olduğu için iki efendileri vardı: Singollo(Gri Pelerin anlamına gelir) Elwë ve kardeşi Olwë.

Bunlar uzun bir yolculuk sonunda Ağaçlar’ın günlerinde Batı’ya geçen üç Eldalie soyudur; onlara Işığın Elfleri, Calaquendi denir. Ama aslında batı sınırlarına yola çıktığı halde uzun yolda kaybolan, başka yöne ayrılan ya da Orta-Dünya’nın kıyılarında dolanan birçok Eldar da vardı ve onlar çoğunlukla Teleri soyundandır.

Deniz kıyılarına yerleşir, ormanlarda veya dağlarda gezinirlerdi ama yürekleri Batı’ya dönüktü. Calaquendi, bu Elflere Aman diyarına, Kutlu Diyar’a asla gelmedikleri icin Úmanyar dediler; ama Úmanyar ve Avari halkları, bir ayrım yapılmaksızın Karanlığın Elfleri, Moriquendi diye isimlendirilir; çünkü Güneş’ten ve Ay’dan önceki Işık’ı görmemişlerdi.

Manwë ve Varda, en çok Vanyar’ı, Güzel Elfler’i severmiş; Noldor ise Aulë’nin sevgilileriymiş o ve hizmetkârları sık sık onların arasına gelirlermiş. Bilgileri ve becerileri artmış; aslında daha da artan şey, giderek bilgiye susamalarıymış, çok geçmeden birçok şeyde öğretmenlerini geçmişler.

Dilleri sürekli değişiyormuş; çünkü sözcüklere büyük sevgi duyuyor, durmadan bildikleri ya da hayal ettikleri her şey için daha uygun isimler arıyorlarmış. Finwe hanedanının duvarcıları tepelerde taş araştırırken, (çünkü yüksek kuleler inşa etmekten zevk alırlarmış) değerli taşları keşfedip sayılamayacak miktarlarda oluşturmuşlar; değerli taşların kesimi ve şekillendirilmesi için aletler tasarlamış, onları birçok biçimde oymuşlar. Ürettiklerini biriktirmeyip dağıtarak emekleriyle Valinor’u zenginleştirmişler.

Noldor daha sonra Orta-Dünya’ya dönecekti ve işte bu yüzden onların prenslerinin İsimleri ve akrabalıkları, Beleriand Elflerinin dilinde söylenen biçimleriyle burada anlatılabilir.

Finwe, Noldor Kralıydı. Finwe’nin oğulları Fëanor, Fingolfin ve Finarfin’di; Fëanor’un annesi Serindë Míriel’di, Fingolfin ile Finarfin’in anneleriyse bir Vanya olan Indis’di. Dil ve el becerisinde en kudretlileri, kardeşlerinden daha eğitimlisi Fëanor’du; ruhu bir alev gibi yanıyordu.

Finwe

Fingolfin en güçlü, en metin ve cesur olanıydı. Finarfin ise en iyi, yüreği en bilge olandı, daha sonra Teleri efendisi Olwë’nin oğullarının dostu oldu ve Olwë’nin kızı, Alqualondë’nin kuğu bakiresi Eärwen’le evlendi. Uzun Maedhros; sesi ülkenin ve denizin ötesinden duyulan güçlü sarkıcı Maglor; kumral Celegorm ve esmer Caranthir; babasının el becerisinin copunu miras almış olan becerikli Curufin; huyları ve yüzleri birbirine benzeyen en küçükleri ikizler, Amrod ve Amras, Fëanor’un yedi oğullarıydı.

Daha sonraki günlerde Orta-Dünya’nın ormanlarında büyük avcılar oldu ve bir avcı da, Valinor’da Oromë’nin arkadaşı olan ve çoğunlukla onun borusunu izleyen Celegorm’du. Fingolfin’in oğulları, daha sonra dünyanın kuzeyinde Noldor Kralı olan Fingon ve Gondolin’in efendisi Turgon’du. Kız kardeşleri Ak Aredhel’di; Eldar döneminde kardeşlerinden daha gençti; serpilip güzelleşince, uzun boylu ve güçlü oldu, ormanlarda ata binip avlanmayı çok sevdi. Orada çoğunlukla akrabası Fëanor oğullarının eşliğindeydi, ama yüreğinin askı hiçbirine ait değildi.

Saçları koyu olsa da teni solgun olduğu, sadece gumus ve beyaz giyindiği icin ona Noldor’un Ak Hanım’ı denilirdi. Finarfin’in oğulları sadık Finrod (ki daha sonra adına Mağaraların Efendisi, Felagund denecekti), Orodreth, Angrod, Aegnor’du; bu dördü Fingolfin’in oğullarıyla kardeşçesine dosttular. Bir kız kardeşleri vardı, Galadriel, Finwe’nin tüm soyunun en güzeli; saçları Laurelin’in parıltısını bir ağ içinde yakalamışçasına altın gibi pırıldıyordu.


Eğer Orta Dünya hayranıysanız, bizi TwitterInstagram ve Facebook üzerinden takip etmeyi unutmayın!

Yüzüklerin Efendisi dizisiyle ilgili son haberleri takip etmek için portalımıza, Orta Dünya ile ilgili tartışmalara katılmak için de forumumuza mutlaka bir göz atın.

YouTube ve Twitch kanallarımıza da bekleriz.

Mutlaka Okuyun!

Tulkas

“Böylece, öfkesi güçlü bir rüzgar gibi eserek önündeki bulut ve karanlığı dağıtan Güçlü Tulkas geldi.” …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir