Minas Anor/Tirith

 

minas anor

Minas Tirith/Anor

Minas Anor

Minas Anor, Elendil oğlu Anarion tarafından, İkinci Çağ’ın 3320’inci yılında kuruldu. Minas Anor’un kelime anlamı “Güneş Kulesi” dir ve aslında adını Anarion’dan almıştır.

Coğrafya:

Minas Anor’un nasıl bir kale olduğu Kralın Dönüşü Kitabı’nda şöyle anlatılır:

Pippin, Ered Nimrais’in bittiği yerde, Gandalf’ın söylemiş olduğu gibi Mindolluin Dağı’nın kara kütlesini, yüksekteki vadilerinin koyu mor gölgelerini gördü ve günün belirmesiyle aklaşan yüksek yüzünü gördü. Dışarı uğramış dirseğinde taştan yedi kat surlarıyla son derece sağlam ve son derece eski olduğundan sanki insanlar tarafından yapılmamış da devler tarafından arzın kemiklerinden oyulmuş gibi duran Korunan Şehir’i gördü.

Pippin hayretler içerisinde seyrederken surlar, şafakta belli belirsiz kızararak hayal meyal griden beyaza döndüler; güneş ansızın doğudaki gölgeden tırmanarak Şehir’in yüzüne bir mızrak yolladı. O zaman Pippin bir çığlık attı çünkü en tepedeki surlar içinde duran Ecthelion Kulesi göğe doğru, tıpkı inci ve gümüşten bir başak gibi ışıldayarak, tüm endamı ve zarafetiyle parlamaya başladı; tepesi sanki billurdan yapılmış gibi pırıl pırıldı; sonra sabah esintisinde, surlardaki mazgallı siperlerden çıkan ak bayraklar dalgalandı; yüksekten ve uzaktan gümüş borazanların berrak çınlamalarını duydu.

Yüzük Kardeşliği filminde Boromir, Aragorn’a Şehir’i anlatırken bu tabirlerin özetini kullandı. Tolkien daha genel olan şöyle bir betimleme de yapmıştır:

Şehir, her biri dağa oyulmuş ve etrafı, ortasında bir kapısı olan surlarla çevrilmiş yedi satıh üzerine inşa edilmişti. Fakat kapılar bir hizaya yerleştirilmemişti: Şehir surlarındaki Büyük Cümlekapısı dairenin doğu noktasındaydı fakat bir sonraki güneye, üçüncüsü kuzeye bakıyor, bu böylece değişe değişe yükseliyordu; böylelikle Hisar’a tırmanan kaldırım taşlarıyla döşeli yol, dağın yüzünde bir o yana, bir bu yana dolanıp duruyordu.

Yol, ne zaman Büyük Cümlekapısı’nın hizasına denk gelse, çıkıntı yapan muazzam kütlesi, ilki hariç Şehir’in bütün dairelerini ikiye ayıran kayadan kocaman bir payandayı delerek kemerli bir tünelden geçiyordu. Çünkü kısmen tepenin ilkel biçimlendirmesinden, kısmen de eskilerin muazzam hünerleri ve emekleri sayesinde Cümlekapısı’nın arkasındaki geniş avlunun gerisinden kenarları gemi omurgası kadar keskin, doğuya bakan, taştan yüksek bir tabya yükseliyordu. En üstteki dairenin hizasına kadar yükseliyor ve orada mazgallı siperlerle taçlanıyordu; böylece Hisar’dakiler, tıpkı dev bir gemideki gemiciler gibi tabyanın tepesinden, diklemesine aşağılarındaki, yedi yüz metre altlarındaki Cümlekapısı’nı gözleyebilirlerdi.

Hisar’ın girişi de doğuya bakıyordu ama kapı, kayanın tam göbeğine oyulmuştu; oradan, lambaların aydınlattığı bir yokuş yedinci kapıya tırmanıyordu. Böylece sonunda Yüce Avlu’ya, Ak Kule’nin eteği önündeki Kaynak Yeri’ne varıyordu: Ak Kule yüksek ve biçimliydi, temelinden tepesine elli kulaç yüksekliğindeydi ve tepesine dikilmiş Vekilharçların Sancağı ovanın bin ayak tepesinde dalgalanıyordu.

Gerçekten de sağlam, içeride eli silah tutan birileri bulunduğu sürece düşman ordularınca ele geçirilemeyecek bir hisardı burası; düşman arkadan dolanıp Mindolluin’in alçak eteklerine tırmanarak Muhafız Tepesi’ni dağ kütlesine bağlayan dar sırta varırsa o başkaydı tabii. Fakat beşinci sura kadar yükselen bu sırt, batı ucuna kadar dayanan sarp kayalıklara kadar koca surlarla çevrilmişti; ve burada da, göçüp gitmiş olan kralların ve hükümdarların dağ ile kule arasında hep sessiz duran evleriyle kubbeli mezarları duruyordu.

Minas Tirith’in ilk katında, Pippin’in, Beregond oğlu Bergil ile tanıştığı Eski Konukevi ile o evin bulunduğu Lambaustaları Caddesi vardır. O ilk katı koruyan sur, Saruman’ın kulesi Orthanc ile aynı taştan yapılmıştır ve oldukça da yüksektir. Altıncı Kat’ta Şifa Evleri, ahır, kiler ve Kralların Mezarları’na giden yolun kapısı(Fen Hollen) bulunmaktadır. En üst kat olan Yedinci Kat’ta da Hisar, ziyafetlerin yapıldığı büyük salon, Ecthelion’un Ak Kule’si, Ak Ağaç ile bu Ağaç’ın bulunduğu avlu vardır.

Görüldüğü gibi Tolkien, Minas Tirith’i oldukça ayrıntılı bir biçimde anlatmıştır ki; Minas Tirith’in Tolkien için önemli bir mekan olduğunu buradan rahatlıkla anlaşılmaktadır.

Tarihi:

Minas Tirith

Minas Anor, Daha önce belirtildiği üzere İkinci Çağ’ın 3320’inci yılında Anarion tarafından bir kale olarak inşa edildi. Anarion buraya bir Palantir yerleştirdi. 3429 yılında Isildur’un elinde olan Minas Ithil, Sauron’un eline geçince Isildur babasını bulmak için kuzeye gitti ve böylece Osgiliath ve Minas Anor’un savunması tamamen Anarion’a kaldı. En sonunda Son İttifak güçleri yardıma geldi ve Sauron kendi ülkesine çekilmek zorunda kaldı. Yedi yıl süren Barad-Dûr Kuşatması’nın altıncı yılı olan 3440 yılında ise Anarion, Barad-Dûr Kulesi’nden atılan bir taşın, kafasına gelmesi suretiyle can verdi.

Kuşatma bitip, Son İttifak Güçleri zaferi kazanınca İsildur, kardeşi Anarion anısına Minas Ithil’den kurtardığı Ak Ağaç fidesini Minas Anor’a yerleştirdi.

Gondor’un yedinci kralı Ostoher burayı Üçüncü Çağ’ın 420’inci yılında tekrar inşa etti ve Minas Anor bu tarihten sonra Gondor Kralları’nın yazlığı konumuna geldi. Gondor Kralı Valacar’ın ölümü ile başlayan iç savaş ile tüm Orta-Dünya’yı kasıp kavuran Büyük Veba nedeni ile Osgiliath Şehri bir harabeye döndü ve insanlar oradan ayrılarak Minas Anor şehrine göç ettiler.Büyük Veba’nın Gondor’a verdiği en büyük zarar ise Ak Ağaç’ın ölümüdür. 1640 yılında Kral Tarondor, Minas Anor’u başkent yapıp, Ak Ağaç’ın bir fidesini avluya yerleştirdi. 1900 yılında ise Ak Kule, Kral Calimehtar tarafından inşa edildi ve buraya Minas Anor’un Palantir’i yerleştirildi.

Minas Tirith

Gondor’un 33. Kral’ı Earnur, kuzeydeki Cadı-Kral tehditini yok etmek amacı ile Gri Limanlar’a bir filo gönderdi. Gondor ordusu amacına ulaşınca, Cadı-Kral intikam almak üzere Mordor’a girdi ve 2002 yılında Minas Ithil’i ele geçirdi. Minas Ithil’in işgali ile beraber Minas Ithil ile Minas Anor’un isimleri değişti. Minas Ithil (Ay Kulesi) Minas Morgul(Kara Büyü Kulesi) oldu. Minas Anor (Güneş Kulesi) ise Minas Tirith (Muhafız Kulesi) oldu ve Pelennor Çayırları’nı çevreleyen Rammas Echor(Çevreleyen Duvar) inşa edildi. Tolkien, Kralın Dönüşü kitabında şöyle tarif eder Rammas Echor’u:

Ithilien, Düşman’ın gölgesi altına düştükten sonra büyük bir emekle inşa ettikleri dış sura Rammas Echor diyordu Gondor’lu İnsanlar.Sur, dağın eteğinden on fersah kadar ilerliyor, sonra Pelennor Çayırları’nı da çevreleyerek geri dönüyordu. (Pelennor Çayırları: Uzun yamaçlardaki zarif, bereketli kasaba toprakları ve Anduin’in derin düzlüklerine inen teraslar.) Şehir’in Büyük Cümlekapısı’ndan en uzak noktada, kuzey doğuda, sur dört fersah öteye uzanıyordu ve tam orada çatık kaşlı bir tepeden nehrin yanındaki uzun düzlüklere bakıyordu; burada sur yüksek ve sağlam yapılmıştı, çünkü tam o noktada, surlarla çevrilmiş bir geçit üzerinde yol, Osgiliath köprüleri ve geçitlerinden gelecek her zaman meydan savaşına hazır olan kuleler arasındaki korunaklı bir kapıdan geçiyordu.

En yakın yerinde, yani güneydoğuya bakan kısmında, sur Şehir’den bir fersah kadar ötedeydi. Burada, Güney Ithilien’deki Emyn Arnen dağlarında geniş bir dirsek çizerek gidrn Anduin ani bir şekilde batıya dönüyor ve dış sur hemen nehrin kıyısından başlıyordu; surun tam altında güney tımarlarından gelen tekneler için iskeleler bulunuyordu.

Cadı-Kral ile uzun süren savaşlardan sonra 2050 yılında Gondor’un son kralı Earnur, Minas Morgul kapılarına, Cadı-Kral ile tek başına yüzleşmeye gitti. O, Anarion Hanedanı’nın sonuncusuydu. Earnur oraya gittiğinde neler olduğu tam olarak bilinmiyor ama çocuksuz ve varissiz olarak ortadan kayboldu. Earnur geri dönmeyince Gondor’u vekilharçlar yönetmeye başladı. Başka bir hanedan yönetmedi Şehir’i. Bu hikayeden ise İki Kule’de, Faramir’in, Boromir ile olan anılarından birini anlatırken bahsediliyor:

Faramir: Benim mensup olduğun sülale, Numenor kanı taşısak da Elendil soyundan gelmez. Biz kendi soyumuzu, kral savaşa gittiği zamanlar memleketi onun adına yöneten, iyi bir vekilharç olan Mardil’e dayandırıyoruz. Sözünü ettiğim savaşa giden o kral da Kral Earnur idi, Anarion soyunun son üyesi; hiç çocuğu yoktu ve hiç geri dönmedi. O günden sonra da ülkeyi vekilharçlar yönettiler ki bu da pek çok insan nesli demektir.

Boromir’in küçüklüğü hakkında şunu hatırlıyorum; birlikte atalarımızın hikayelerini ve şehrimizin tarihini öğrenirken, babasının bir kral olmadığı bilgisi onu hep mutsuz ederdi.

Boromir bir vekilharcın kral olması için kaç yüz yıl gerekir, eğer kral geri dönmezse?

diye sormuştu.

Denethor: Bir kaç yıl yeter, sadakatin az olduğu yerlerde, Gondor’da on bin yıl bile yetmez.

Bu nedenle vekilharçlar tahta oturmadı. Tahtın yanındaki siyah bir sandalyede oturdular. Bu durum Kralın Dönüşü’nde şöyle anlatılmaktadır:

Salonun öbür ucunda çok basamaklı bir kaidenin üzerine, tepesi miğfer gibi şekillendirilmiş mermerden bir kubbenin altına koca bir taht yerleştirilmişti; arkasında duvara çiçek açmış bir ağaç sureti oyulmuş ve değerli taşlarla bezenmişti. Fakat taht boştu. Kürsünün dibinde, geniş ve derin olan en son basamakta taştan bir sandalye vardı- kapkara ve süssüz; bunda da kucağına bakan yaşlı bir adam oturuyordu. Elinde altın topuzlu beyaz bir asa vardı.

2698 yılında Vekilharç I.Ecthelion, Ak Kule’yi yeniden yaptırarak, Yüzük Savaşları’ndaki halini almasını sağladı ve o tarihten sonra Kule’ye, Ecthelion Kulesi denmeye başlandı.2872 yılında ise Ak Ağaç öldü ve Yüzük Savaşları olup bitene kadar yeni bir fide veya tohumu bulunamadı. Ölü de olsa Ağaç’a saygılarından dolayı Gondorlu insanlar Ağaç’ı ne yaktılar ne kestiler ne de yerinden oynattılar. Kral’ın geri döneceğine olan inançları kadar Ağaç’ın yeniden çiçek açacağına inançları vardı.

Zamanın geçmesiyle beraber Mordor tehditi giderek büyümeye başladı. Mordor tehditinin büyümesiyle de Şehir’in nüfüsu azalmaya başladı. Mordor ile yapılan mücadeleler sonucu ölenlerin yanında Şehir göç vermeye başladı. 2951 yılında ise Sauron kendini açığa çıkardı ve Gondor’a daha büyük zararlar vermeye başladı. Daha sonra kendine Thorongil diyen bir yabancı kendini II. Ecthelion’a tanıttı. Savaştaki hüneriyle kısa sürede II. Ecthelion’un gözüne girdi. II. Ecthelion, bu yabancıyı kendi oğlu Denethor’dan daha üstün tuttu. Fakat bu günler fazla uzun sürmedi ve Thorongil, Umbar Korsanları’na karşı olan zaferinden sonra, 2980 civarı, 3019 yılına kadar ortadan kayboldu. Gitmeden önce ise Ecthelion’u, Saruman’a karşı uyardığı da söylenir.

20 Haziran 3018 tarihinde Sauron, Osgiliath’a saldırdı. O saldırıda neler olduğunu, orada bizzat bulunan II.Denethor’un büyük oğlu Boromir, Elrond’un Divanı’nda şöyle anlatıyor:

Boromir: Düşman geri döndüğünde halkımız Nehir’in doğusundaki güzel beldemiz Ithilien’den sürülmüştü, ama yine de orada bir korunak ve biraz askeri kuvvet tutabilmiştik. Fakat daha bu sene, haziran ayında, Mordor’dan gelen ani bir taaruza maruz kaldık ve sökülüp atıldık. Sayıca bizden fazlaydılar, çünkü Mordor, Doğudölleri ile zalim Haradrimlerle ittifak yaptı; fakat bizi yenen onların sayıları değildi. Daha önce hiç hissetmediğimiz bir güç vardı orada.

Bazıları bunun büyük kara bir atlı, ayın altındaki kara bir gölge gibi göze göründüğünü söylediler. Gittiği her yerde düşmanı bir delilik kaplarken bizim en cesurlarımızın yüreğine korku düşüyor, insanlar da atlar da bozgun olup kaçıyordu. Doğu gücümüzün ancak ancak küçük bir kısmı, Osgiliath’ın yıkıntıları arasında hala ayakta kalmış olan son köprüyü de tahrip ederek geri dönebildi.

Ben, köprü arkamızdan yıkılıncaya kadar köprüyü tutan bölükteydim.Dört kişi kurtulduk oradan sadece yüzerek: Kardeşim,ben ve iki kişi daha.

Boromir bunları söyledikten bir kaç ay sonra öldürüldü. Yardım istemek için öttürdüğü borusunun sesi Minas Tirith’ten işitildi ve ölmeden önce halkını kurtarma görevini bunu daha önce Thorongil adıyla başarmış olan Aragorn’a devretti.

Boromir’in yolculuğu sırasında Denethor da boş durmadı. Yiyecek ve içeceklerden kıstı. Küçük oğlu Faramir’i Ithilien’e gönderdi. Orada Faramir, Harad’dan Mordor’a gelen desteğin önünü kesti; fakat Minas Tirith’e geri dönerken Nazgul’un saldırısına uğradı. Faramir’i ve üç adamını Nazgul’dan kurtaran kişi Gandalf oldu.

Artık 13 Mart 3019 tarihinde Minas Tirith açıkça kuşatma altına alındı. Kuşatmaya gelen Mordor ordusu, Yüzük Taşıyıcısı’nın gözünden İki Kule’de şöyle anlatılır:

Ordudakiler tamamen samur rengi, gece gibi kara giysilere bürünmüştü. Soluk surların önünde ve yolun ışıklı zemininde görebiliyordu Frodo onları; sıra sıra küçük kara siluetler, hızla ve sessizce yürüyorlar, sonu gelmez bir akışla dışarı çıkıyorlardı. Önlerinde büyük bir süvari alayı gidiyordu; bunların da başında hepsinden daha büyük bir atlı vardı: Bir süvari, kukuletalı başında tehlikeli bir ışıkla titreşen, taca benzeyen miğfer hariç tepeden tırnağa siyah.

Artık aşağıdaki köprüye doğru yaklaşıyordu, Frodo’nun kıpırdamadan, başka bir yana çeviremeden takılıp kalmış gözleri onu izliyordu. Belli ki Dokuz Süvari’nin Efendisi, dehşetli ordusunu savaşa göndermek için geri dönmüştü. Buradaydı, evet soğuk elindeki o zehirli bıçak ile Yüzük Taşıyıcısı’nı yaralayan yabani görünüşlü kral gerçekten de buradaydı işte.

Denethor, Faramir’i Rammas Echor’u savunması için gönderse de Cadı-Kral’ın korkusu bile Faramir’in ordusunu bozguna uğratmaya yetti. Bunun haberi Hisar’a ulaşınca Gandalf aşağıdaki savaşa katılmaya gitti. Gandalf’a rağmen Rammas Echor’da gedikler açıldı ve düşman Pelennor Çayırları üzerinde yürümeye başladı. En sonunda artçı birlikler de geri çekilmeye başladı. Bunların arasında Faramir de vardı. Haradrim ve Nazguller yüzünden bozguna uğrayacaklardı ama Denethor, başlarında Dol Amroth Prensi Imrahil’in bulunduğu bir süvari birliği gönderdi. Aralarında Gandalf da vardı. Denethor fazla ilerlemelerine izin vermeden geri çağırdı onları. Süvariler de geri çekilmeye çalışanlarla beraber döndüler. Rammas Echor savunması Faramir’in adamlarının üçte ikisinin ölümü ile sonuçlandı ve kendisi de ağır yaralandı.

Minas Tirith

Minas Tirith Kuşatması, orkların mancınıklar yardımıyla surların gerisine yanan kayalar fırlatmalarıyla başladı. Bu kayalar yüzünden ilk katta yangın tehlikesi baş gösterdi. Daha sonra ise Rammas Echor’da ölen askerlerin kafaları atılmaya başlandı. Tanınmayacak haldeydiler ama yine de acı çekerek öldükleri belli oluyordu ve her biri Sauron’un armasıyla dağlanmıştı.

Denethor, Faramir’in yanından ayrılmayı reddedince komutayı Gandalf ve İmrahil aldı. Gandalf’ın gittiği her yerde korku ve ümitsizlik azalırken; o ayrıldığında tekrar baş gösteriyordu. Denethor ise bu arada hem kendini hem de Faramir’i yakmak için Rath Dinen’e(Sessiz Cadde) gidiyordu. Pippin ise bu deliliği durdurması için Gandalf’ı bulmaya gidiyordu. Gandalf’ı bulduğunda Cümlekapısı yıkılmıştı.Sonra olanları ise Tolkien şöyle anlatıyor:

Nazgul Efendisi atını içeri sürdü. Gerideki alevleri önünde, muazzam bir ümitsizlik tehditi halinde büyüyen, kocaman kara bir suret olarak yükseldi. Sürdü atını içeri Nazgul Efendisi, daha önce hiçbir düşmanın geçememiş olduğu kemer altından; yüzünü gören herkes kaçtı.

Biri hariç herkes. Orada, Cümlekapısı’nın önündeki alanda sessiz ve hareketsiz bekleyen Gandalf, Gölgeyele’nin üzerinde oturuyordu: Dünyanın bütün hür atları içinde bu dehşete kıpırdamadan, Rath Dinen’deki oyulmuş bir heykel gibi sabit bir şekilde katlanabilecek tek at olan Gölgeyele’nin üzerinde.

Gandalf: Buraya giremezsin! Sen kendin için hazırlanmış olan cehenneme geri dön! Geri dön! Seni ve Efendi’ni bekleyen hiçliğe düş.Git!

Kara Süvari kukuletasını geriye itti; o da ne! Başında krallara ait bir taç vardı; yine de taç görünen hiçbir baş üzerine oturtulmamıştı. Tacın ve örtülü, geniş ve kara omuzlarının arasından al al alevler parlıyordu. Görünmeyen ağzından ölümcül bir kahkaha duyuldu.

Cadı Kral: Yaşlı ahmak! Bu benim saatim. Gördüğünde Ölüm’ü tanımaz mısın sen? Geber; lanetlerin boşuna artık!

Bunu der demez kılıcını yukarılara kaldırdı; kılıçtan aşayıya alevler indi.

Tüm bu olanlara rağmen Gandalf ile Cadı-Kral arasında bir dövüş olmadı; çünkü tam o sırada Rohirrim borularını öttürdü ve Pelennor Çayırları Savaşı böylece başlamış oldu.
Pelennor Çayırları Savaşı’nın başlangıcı Rohirrim’in gözünden ise şöyle olmuştur:

Kral, sancaktarı Guthlaf’tan büyük bir boru aldı ve ona öyle bir güçle üfledi ki boru parçalara ayrıldı. Ve derhal, ordudaki bütün borular birlikte kaldırılıp şakıdılar; o anda Rohan’ın borularının üflenmesi ovada bir fırtına, dağlarda bir gök gürültüsü gibiydi.

Sürün atlarınızı, sürün! Haydi Gondor’a!

Kral aniden Karyele’ye seslendi ve at, ok gibi ileri fırladı. Arkasından sancağı, yani yeşil ovadaki beyaz atlı bayrak havada dalgalandı fakat Kral onu geride bıraktı. Arkasından hanedanının süvarileri şimşek gibi çaktı ama Kral hep onlardan daha önlerdeydi. Eomer önden gidiyordu, miğferindeki beyaz atkuyruğu hızından uçuyordu; atçanların öndeki ilk bölümü sahilde patlayan köpük köpük dalga gibi kükredi ama Theoden’e yetişemiyordu. Delirmiş gibiydi adeta; ya da babalarının cenk çılgınlığı damarlarında akmaya başlamıştı;

Karyele’nin üzerinde eskilerin tanrıları gibi duruyordu, tıpkı dünya daha gençken olan Valar savaşındaki Muhteşem Orome gibi. Altın kalkanı ortaya çıkmıştı ve o da nesi!Güneş’in sureti gibi parlıyor, çimenler küheylanlarının ak ayaklarında yeşil alevler oluşturuyorlardı. Çünkü sabah ermişti, denizden gelen yel ve sabah erişmişti; karanlık geri çekilmişti; Mordor’un orduları ağlaşıyordu, dehşet sarmıştı her yanlarını; kaçtılar ve öldüler, hiddetin nalları üzerlerinden geçti. Sonra bütün Rohan ordusu bir şarkıya başladı, bir yandan biçtiler, bir yandan şarkı söylediler çünkü cengin keyfini çıkarıyorlardı; zarif ve korkunç olan şarkılarının sesi Şehir’e bile varmıştı.

Rohirrim’in gelişi ile beraber filmin aksine Minas Tirith’e hiç bir düşman ayak basamadı. Yukarıda anlatıldığı gibi Mordor ordusu dehşete kapılmıştı ve Cadı-Kral, Gandalf’ı bırakıp Rohan ile ilgilenmeye gitti.

Cadı-Kral gelmeden önce Rohan, Güneyliler’in işini bitirdi. Rohan sayıca azdı ama binicilik ve mızrak üzerindeki becerileri Haradrim’i mahvetti. Kaçanların dışındakiler öldürüldü. Cadı-Kral ise tam bu anda ortaya çıktı.Bu kez at ile değil,farklı bir binekle. O binek şöyle anlatılmış:

Koca gölge, düşen bir bulut gibi alçaldı. Ve bakın hele! Bu kanatlı bir yaratıktı: Eğer bir kuş idiyse, o zaman bütün diğer kuşlardan daha büyük ve çıplaktı, ne tüyü ne dikeni vardı ve geniş kanatları da boynuzlu parmaklar arasına gerilmiş deriden ağlara benziyordu; çok pis kokuyordu. Belki de daha eski bir dünyanın yaratığıydı; cinsi Ay’ın altında unutulmuş soğuk dağlarda eyleşmiş, bu günlere kadar gelebilmiş ve iğrenç yuvasında, şerre meyilli bu zamansız son yavrusunu yetiştirmişti. Karanlıklar Efendisi onu almış, sonunda uçan bütün diğer şeylerin çok ötesinde büyüyünceye kadar kötü etlerle beslemişti; sonra da onu hizmetkarlarına binek olarak vermişti.

Theoden’in atı Karyele bir ok yiyip düşünce Kral, atın altında kaldı ve Cadı-Kral da bineğini O’na doğru sürdü. Theoden kahvaltı olacakken Saklımiğfer adlı bir askeri aralarına girdi.Cadı-Kral ile Saklımiğfer arasında geçen konuşma şöyledir:

Saklımiğfer: Yıkıl karşımdan leş kargalarının başı, iğrenç yaratık.Ölüleri rahat bırak!

Cadı Kral: Nazgul ile avının arasına girme! Yoksa seni sıran geldiğinde öldürmem. Alır, bütün karanlıkların gerisinde etlerinin yenip bitirileceği, kuruyarak büzüşen aklının Kapaksız Göz önünde çıplak bırakılacağı feryat evlerine taşırım.

Saklımiğfer: Ne istersen onu yap; ama buna engel olacağım eğer elimden gelirse.

Cadı Kral: Engel olmak mı? Seni ahmak seni. Hiçbir ölümle adam bana engel olamaz!

Saklımiğfer: Ama adam değilim ki ben! Karşında bir kadın var! Eomund’un kızı Eowyn’in ben. Sen benim ile beyim, hısmım arasında duruyorsun. Yıkıl, eğer ölümsüz değilsen! Yoksa canlı da olsan, kara bir ölmemiş de olsan biçerim seni, eğer ona dokunursan.

Cadı-Kral şüpheye düşse de kanatlı yaratık Eowyn’e doğru hamle etti; ama Eowyn, yaratığın kafasını kopardı. Düşen yaratıktan kalkan Cadı-Kral ise kara topuzu ile darbe indirecekken Hobbit Meriadoc tarafından, arkasından bıçaklandı. Eowyn ise bu fırsattan yararlanarak Cadı-Kral’ı öldürdü.

Kral ise filmin aksine tüm bunlar olurken baygındı.Merry, Kral’ın yanına yaklaştı ve elini öpmek üzereyken Kral kendine geldi. Bununla beraber aralarında şöyle bir konuşma geçti:

Theoden: Elveda Efendi Holbitla! Bedenim kırıldı. Atalarıma gidiyorum. Ve artık, onların o kudretli topluluklarında bile utanmayacağım. Kara yılanı düşürdüm. Ümitsiz bir sabah, mutlu bir gün ve altın bir gün batımı!

Merry: Affet beni beyim, emirlerine uymadıysam ve seninle ayrılırken ağlamaktan başka bir hizmet sunamadıysam sana…

Theoden: Üzülme! Affedildin. Yürekli kişilere dizgin vurulamaz. Artık kutlu bir yaşamın olsun; ağzında piponla huzur içinde otururken beni hatırla! Artık seninle Tekev’de oturamayacağım söz vermiş olduğum gibi, veya senin ot bilimini dinleyemeyeceğim. Eomer nerede? Çünkü gözlerim kararıyor, gitmeden önce O’nu görmek isterim. Benden sonra kral O olmalı. Sonra Eowyn’e de haber yollamak istiyorum. O, benim, O’ndan ayrılmamı istememişti, artık O’nu göremeyeceğim, benim için kızımdan da üstündü.

Theoden ölmeden önce Eomer geldi. Sancağın Eomer’e verilmesi gerektiğini işaret ederek şöyle dedi:

Theoden: Selam sana Yurt’un Kralı! Şimdi zafere sür atını! Eowyn’e benim için veda et!

Ve böyle göçtü Rohan Kral’ı Theoden. Eomer ise ağlıyordu. Ta ki bir delilik O’nu kaplayana kadar. Bu deliliği tetikleyen uyarıcı ise Eowyn’di. Orada, Kral’ın yanında yatıyordu. Bu deliliğin getirdiği ruh haliyle Eomer ve ordusundan geri kalanı, düşmanın ön saflarına saldırdılar. Rohan ordusu artık şarkı söylemiyor, tek bir notayla “ÖLÜM” diye haykırıyordu.

Minas Tirith

Fakat Sauron ipleri yine eline almıştı. Rammas Echor’un kalıntılarından hala ork akıyordu. Haradrimler ise bu kez yanlarında mumakil’lerle geliyordu. Prens Imrahil ise bu sırada savaş alanına giderken Eowyn ile Theoden’i taşıyan askerlerle karşılaştı ve Eowyn’in hala hayatta olduğunu farkederek O’nu Şifa Evleri’ne yolladı. Imrahil Pelennor’a indiğinde Umbar’a ait kara korsan gemileri Harlond’a yanaştı. Eomer de bunu gördü. Kalan ordusu ile korsanları engellemeye çalışacaktı. Bir şarkıya başladı:

Eomer: Kuşkudan, karanlıktan çıkıp günün doğuşuna
kılıcımı çekip geldim güneşte şarkı söyleyerek.
Umudun bittiği kalplarin kırıldığı yere sürdüm atımı:
Gazaba, yıkıma ve kızıl bir guruba vardım şimdi.

Fakat gemilerden açılan bir sancak her şeyi değiştirdi. Bu sancağı Tolkien şöyle anlatıyor:

Ak Ağaç çiçek açmıştı bayrakta, Gondor için; fakat etrafında yedi yıldız vardı ve üzerinde bir taç, yani Elendil’in sayısız yıldır hiçbir hükümdarın kullanmadığı nişanı. Ve yıldızlar, güneş ışığında alev alevdi; çünkü Elrond’un kızı Arwen tarafından değerli taşlarla işelnmişti; taç da sabah ışığında parlak görünüyordu çünkü mithril ve altından yapılmıştı.

Yaklaşık otuz yıl önce ortadan kaybolan Thorongil Gondor’a tekrar girdi. Aragorn, Kuzey’in Kolcuları, Gondor askerleri, Rohan Süvarileri ve Dol Amroth şövalyeleri, Mordor’u püskürttüler. Aralarında Elrond’un oğulları Elladan ile Elrohir de vardı ve Kardeşlik üyelerinden Legolas ile Gimli. Böylece gün batımında, Rammas Echor içinde tek bir düşman bile kalmadı. Mordor’a çok az ork döndü. Harad’a ise Gondor’un gücü ve şiddetinin dedikodusundan başka dönen olmadı.

Pelennor Çayırları Savaşı böyle bitti ama yukarıda, Minas Tirith’in içindeki olaylar, Sauron’un, Kale içlerine kadar ulaşabildiğinin bir göstergesi oldu. Sessiz Cadde içinde garip olaylar dönüyordu: Denethor, Faramir’i ve kendini yakmak üzereyken, Faramir’i seven bir asker olan Beregond, bu yakılmayı önlemek için elinden geleni yapıyordu ve bunların arasında kendi adamlarını öldürmek de vardı. Gandalf, Pippin ile oraya vardığında Beregond az daha Denethor’un kendi ellerinden ölüyordu. Gandalf oraya vardığında Faramir için ayrılan yerde odunlar istiflenmiş ve her şey yağlanmıştı. Gandalf, Faramir’i oradan çekip çıkardı ve Denethor’u, kendini yakmaktansa aşağıdaki savaşa katılmaya ikna etmeye çalıştı.

Denethor ise orada, babası Ecthelion’un, kendisinden üstün tuttuğu Thorongil’in yani Aragorn’un bu kez Gondor Tahtı için geldiğini biliyordu. Bunu, Ak Kule’nin tepesinde duran Palantir’e bakarak öğrenmişti. Sauron, Denethor’a başka şeyler de gösterdi Palantir aracılığı ile: Mordor’da giderek büyüyen bir ordu. Denethor böyle delirdi işte ve Sauron da Gondor’un başını böyle keseceğini sanıyordu. Denethor, büyük bir umutsuzluk içinde Palantir ile beraber kendini de yaktı. Böylece Gondor’un yirmi altıncı vekilharcı can verdi.

Aragorn, bir kolcu kılığında Şifa Evleri’ne gidip oradaki herkesi iyileştirdi. Her ne kadar kendini saklasa da halk, sonunda Kral’ın döndüğünü fark edip sevindiler ve O’na, taşıdığı taştan dolayı “Elessar” dediler; fakat Aragorn hemen Minas Tirith’e yerleşmedi. Pelennor Çayırları’na çadır kurdu ve Son Savaş’ın planlarını orada yaptı.

Aragorn savaşa gittiğinde ise Minas Tirith’te savaşlarla tamamen alakasız olaylar gelişiyordu: Eowyn, on gün daha yatması gerekmesine rağmen ayağa kalkmak istiyordu ve bunu sağlamak için Vekilharç Faramir’in odasında gitti. Faramir ilk önce Eowyn’e acısa da zamanla O’na bağlandı. Eowyn’de Faramir’e bağlandı ve Sauron’un yok olduğu haberi gelmesine rağmen Şifa Evleri’nden ayrılmadılar.

1 Mayıs tarihinde, Minas Tirith surları önünde Aragorn taç giydi. Artık o Kral Elessar’dı. Taç giyme töreni ise şöyle oldu:

Faramir: Gondor İnsanları bu Ülke’nin Vekilharcı’na kulak verin! Bakın! Sonunda Kral, krallığını almaya geldi. İşte Arathorn oğlu Aragorn, Arnorlu Dunedain’in Reisi, Batı Ordusu’nun Komutanı, Kuzey Yıldızı’nın Taşıyıcısı, Yeniden Dövülmüş Kılıç’ın Kullanıcısı, savaşın galibi, elleri şifa dağıtan, Elftaşı, Valandil soyundan Elessar, Isildur’un oğlu, Numenor’lu Elendil’in oğlu Kral olup Şehir’e girsin ve burada yaşasın mı?

Orada toplanan herkes EVET! diye haykırdı.

Faramir: Gondor İnsanları, irfan sahipleri kralın tacı ölmeden önce babasından almasının adet olduğunu söylemişlerdir; eğer bu mümkün olmazsa tek başına giderek, tacı babasının mezarından, bırakılmış olduğu yerden almalıdır. Fakat şimdi durum farklı olduğundan, Vekilharçlık yetkimi kullanarak bugün Rath Dinen’den eski dedelerimiz zamanında saltanat sürmüş olan son kral Earnur’un tacını getirdim.

Tolkien tacı şöyle tarif etmiş:

Taç, daha azametli olması bir yana, Hisar’ın muhafızlarının miğferi şeklindeydi, tamamen beyazdı ve her iki yanındaki kanatları inci ve gümüşle deniz kuşları kanatlarına benzetilerek yapışmıştı; çünkü bu Deniz’i aşarak gelen kralların bir alametiydi; tacın içine yedi adamantın taşı oturtulmuştu ve tam tepesinde, ışığı yukarıya bie alev gibi çıkan tek bir taş vardı.

Aragorn tacı aldı ama başına koymayı reddetti. Bunu Gandalf’ın yapmasını ve tacı da O’na Frodo’nun getirmesini istediğin söyledi. İstekleri yerine gelince Faramir haykırdı:

Faramir: İşte Kral!

Böylece Kral Elessar’ın hükümranlığı başladı. Elessar Dönemi’nde Cümlekapısı mithrilden yapıldı. Caddeler beyaz mermerdendi ve artık her bahçede ağaçlandırma çalışmaları yapılıyordu. Elessar, Faramir’i Emyn Arnen Prensliği’ne getirdi ve Faramir’i çok seven Beregond’u da oraya gönderdi.

Bir gece Gandalf, Elessar’ı gizli bir yere götürdü. Bu yer Mindolluin kütlesinin güney yamacındaydı. Orada Gandalf ile Elessar arasında şöyle bir konuşma geçti:

Gandalf: Burası senin ülken ve gelecekteki daha büyük ülkenin kalbi. Dünyanın Üçüncü Çağı sona erdi, yeni bir çağ başladı; çağın başlangıcını bir nizama sokup saklanabilen şeyleri saklamak senin görevin. Birçok şey kurtarılmış olduğu halde, birçok şey de geçip gidiyor; Üç Yüzük’ün de gücü bitti artık. Ve bütün gördüğün bu topraklar ve bu toprakların etrafında uzananlar, insanların yaşayacağı yerler olacak. Çünkü artık İnsanlığın Hakimiyeti başlıyor ve Kadim Soy ya yok olacak, ya da ayrılacak.

Elessar: Böyle olacağını biliyorum sevgili dostum; lakin yine de senin öğütlerine ihtiyacım var.

Gandalf: Artık bu pek uzun sürmeyecek. Üçüncü Çağ benim çağım idi.Ben Sauron’un düşmanıydım; artık işim kalmadı. Yakında gideceğim. Yük senin ve akrabalarının omuzlarına yüklenmeli.

Elessar: Ama ben öleceğim; çünkü ne olursam olayım, kanım hiç karışmadan Batı soyundan da gelmiş olsam ben ölümlü bir insanım. Ömrüm kısa bir süre olacaktır, ne zaman ki şimdi kadınların rahimlerinde olanlar doğup, büyüyüp, yaşlanıp, ölecekler, ben de yaşlanacağım. O zaman Gondor’u kim yönetecek, kraliçelerine bakar gibi bu Şehir’e kim bakacak eğer benim arzum yerine getirilmeyecekse? Kaynak Avlusu’ndaki Ağaç hala kuru ve çıplak. Bunun aksinin işaretini ne zaman göreceğim?

Gandalf: Yüzünü yeşil dünyadan çevir ve her şeyin çıplak ve soğuk olduğu yere bak!

Orada Elessar, Ak Ağaç’ın bir fidesini buldu. Elessar fidanı alıp Kaynak Avlusu’na dikti ve orada duran ağaç krallar ve vekilharçlarla beraber yatması için Rath Dinen’e götürdüler. Yeni dikilen fide çiçek açınca da Elessar büyük bir sevinçle surlara gözcüler yerleştirdi ve o gözcüler elflerin geldiğin haber verdiler. Yazortası gününde ise Minas Tirith’te, Kral Elessar ile Arwen Undomiel dünya evine girdi.

Eskilerin Minas Anor’u şimdilerde ilk yapıldığı günden de haşmetli oldu. Artık sadece gündüzler değil, geceler de kutlu oldu. Artık Minas Tirith’te kuşlar cıvıldaşıyor, çocuklar kahkahalar atarak sokaklarda oynuyorlardı. İşte bilindiği kadarıyla nice krallara, nice büyük savaşlara tanık olan Minas Anor’un, Minas Tirith’in hikayesi budur.


Eğer Orta Dünya hayranıysanız, bizi TwitterInstagram ve Facebook üzerinden takip etmeyi unutmayın!

Yüzüklerin Efendisi dizisiyle ilgili son haberleri takip etmek için portalımıza, Orta Dünya ile ilgili tartışmalara katılmak için de forumumuza mutlaka bir göz atın.

YouTube ve Twitch kanallarımıza da bekleriz.

Mutlaka Okuyun!

lembas

Lembas (Elf Yol Ekmeği)

“Bir seferde az yiyin, ve sadece gerektiğinde; çünkü bunlar, diğer her şey başarısız olduğunda size …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir