Bu sabah görünüşte bir önceki ve bir önceki sabah ile aynı idi pek çok insan için. Geçen yıllardan bir – iki derece daha sıcak olan bir aralık sabahı. Nitekim benim için daha farklı bir anlamı vardı bu günün, Orta Dünya’ya son adımımı atacağım gün! Erken bir saatte çıktım yola, insanların günlük koşuşturmaları arasından geçerek hedefime doğru ilerledim. Birkaç vesait değiştirmem gerekiyordu ve uzun sayılabilecek bir yoldu ancak kafamda Orta Dünya ile ilk tanışmam, bu evrende geçirdiğim iyi ve kötü zamanlar varken yol pek bir şey ifade etmedi bana. En sonunda hedefime, basın gösteriminin yapılacağı İstinye Park’a ulaştım.
Hobbit serisi boyunca, çocukluk kahramanlarımdan ikisinin, Peter Jackson ve Howard Shore’un kendilerini rezil ettiklerine şahit olduğumdan dolayı üçüncü filmi izlemeden önce beklentilerimi minimuma çekmiştim. Ancak film başlar başlamaz etkilendiğimi itiraf etmem gerekir. Smaug’un devasa kanatlarının yarattığı rüzgar ile, Benedict Cumberbatch’in müthiş seslendirme performansı ile harika bir başlangıç yaptı film. CGI teknolojisinin doğru kullanımını, IMAX 3D farkı ile gözler önüne serdi bir nevi P.J. bu sahneler ile. Film devam ettikçe durağanlaştı, bu sayede aksiyon ile dolu ilk dakikaların yorgunluğunu üstümden atmaya ve özlediğim bazı karakterler ile zaman geçirmeye fırsat bulabildim. Bilbo Baggins rolü ile Martin Freeman’ın yaptığı muhteşem performansı taktir ettim bir kez daha.
Film ilerledikçe depresif bir hava kapladı salonu. İlk iki filme, oyunculuk anlamında pek bir şey katamamış olan Richard Armitage, bu filmde belkide oyunculuk kariyerinde zirve performansını yaptı. Durin soyunun tüm yükünü omuzlarında taşıyan, hatta bu yükün altında neredeyse ezilen bir karakter izledik Armitage’ın müthiş performansı ile. Oyunculuktan bahsetmişken Lee Pace’den bahsetmemek olmaz. Filme damgasını vuran isimlerden birisi idi zira kendisi. Silvan Elfleri’nin gururlu kralını, kendisi ile bütünleştirdi Pace performansı ile. Bu kadar müthiş performansın yanında, bir de gereksiz, neden orada olduklarına bile anlam veremediğim karakterler vardı. Alfred rolü ile Ryan Gage, anlamsız bir şekilde filmin en uzun süre ekranda kalan isimlerinden birisi oldu. Sıkıcı diyaloglar ve anlamsız sahneler ile filmin en azından yirmi dakikasını hunharca harcadı.
Bir süre oyalandıktan sonra Ak Konsey’i, konuşmaktan ve bilgelik yaymaktan öte şeyler yaparken izledim. Leydi Galadriel, Lord Elrond ve Ak Saruman’ın Gandalf’ı kurtarmak adına Dol Guldur’a baskın yaptıkları sahneler büyük bir keyif kaynağı idi. Dol Guldur’da işlerin toparlanış şekli de Yüzüklerin Efendisi’ne atıflar ile doluydu. İzlemeyi ummadığım sahnelerdi açıkçası, beğenip beğenmeme konusunda çok ortada kalmış durumdayım bu kısımlarını filmin.
Biraz daha ilerilerde, orduların toplanıp savaşa hazırlanışına şahit oldum ve Peter Jackson’dan anlamsız hamleler izledim. Çok büyük bir potansiyeli olan Dain Demirayak karakterinin, CGI ve manasız kombat hamleleri ile rezil edilişini büyük bir üzüntü ile izledim. Ayrıca ilk iki filmde olduğu gibi, bu filmde de dil açısından müthiş bir saçmalama vardı. Orklar, KaraLisan’da cüceler ile konuştu, cüceler Ortak Lisan’da onlara cevap verdi.
En sonunda beklenen an geldi ve savaş başladı. Beş Ordunun Savaşı filminde, savaşa doyduğumu söylemem gerek. Uzunca süren savaşlar, güzel tasarlanmış koreografiler izletti P.J. Ancak birebir çarpışmalar, orduların performansı yanında zayıf kaldı. Ayrıca troller de savaş kısımlarında biraz can sıktı. Yüzüklerin Efendisi üçlemesinde izlediğimiz, korkutucu trollerin yerlerini, anlamsız boyutlarda, anlamsız şekillerde troller almış bu filmde. Yalnızca orada olmaları gerektiği için oradalarmış hissine kapıldım izlerken.
Her şey olup bittiğinde, geriye hikayeyi toparlamak kaldı. Peter Jackson’ın sınıfta kaldığı yerlerden birisi de burası bana kalırsa. Kitaptan yola çıkarak, eksik kalan çok yer vardı finalde diyebiliyorum. Her ne kadar duygusal bir final izlemiş olsam da, yine de P.J. kartlarını doğru oynasa idi, hüngür hüngür ağlayabileceğim bir final çekebilirdi Hobbit serisine.
Soundtrack anlamında Howard Shore, ilk iki filme kıyasla çok daha iyi bir iş çıkarmış diyebilirim. Özellikle akılda kalıcı, aradan sıyrılan bir parça yok ancak özellikle savaş sahnelerine müthiş bir uyum yakalamış film müzikleri. Tabi bu film içerisinde de, önceki filmlerde olduğu gibi, Yüzüklerin Efendisi üçlemesine göndermeler de yapılmış soundtrack adına. Bazı sahnelerde, çok tanıdık melodiler duymak oldukça mümkün.
Film ile ilgili son notum ise şudur, serinin en iyi filmi idi. Özellikle birinci filmden çok daha iyi idi. Ancak sinema salonuna, Kralın Dönüşü’nü izlemeyi umarak gitmeyin!
Not: Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi kitaplarını okumuş olanlar için sürpriz bir karakter var filmin sonunda, dikkatli olun!
Cüce savaşı gösterip de “Baruk Khazâd Khazâd Ai-Mênu” narasını söyletilmeyen film. Hobbit serisinin en kısa filmi olması da saçmalık.
Yazarın filmler üzerindeki buruk yargıları, hayranların belki haklı, belki insafsız eleştirileri, kitapları lüzumsuz yere tanrısal çizgiye çeken ve yargılamaktan aciz kalan insanlar ve bu tanrısal noktadan baktıkları için gözlerinde küçüldükçe küçülen filmler… Hepsinden ayrı iğreniyorum kendi dünyamda. İnsanlar ne eleştirmeyi biliyorlar ne de ele aldıkları işi ana eksende tutmayı. Filmler LotR’dan beri hata içinde zaten. Eleştirsen nereye varacaksın? Eğlence hükmündeler. Alternatifleri yok, vasat olmalarına rağmen üzerlerine çıkacak kadar değer verecek kimse de yok. Bu kitapların üzerine de düşünmeyi gerektiren bir durum. Ama eleştirmeden önce hazmedilmesi gereken çok fazla şey var. Tek somut gerçek bu.
Ben filmi iki kez izledim ama bulamadım şu sürpriz karakteri tüm kitaplarını da okudum J.R.R Tolkien in acaba kim ki bu
Bence üç filmde kötüydü. Tamam, kitapla tamamen birebir olması imkansız; ama bu kadarı da fazla. The Hobbit özenmeyerek yapılmış gibi LOTR’a göre.