Yıllardır birçok fantastik kurgu ve bilim-kurgu okuyucusunun karşılaştığı bir durumdur küçümsenme meselesi. Son zamanlarda Yapı Kredi Yayınları’nın bilim-kurgu ve fantastik kurgu türlerinde çalışmaları değerlendirmeye almaması kararı bu tartışmayı yeniden hararetlendirdi. İşin ilginç kısmı ise bu durumun satış rakamları ile ilgili olmaması. Çünkü zaten bilindiği üzere YKY Harry Potter serisi üzerinden neredeyse elli baskı yapmıştır. Farklı yayınevleri ise bilim-kurgu ve fantastik kurgu alanında yürüttüğü politikayla büyük başarılara imza atmıştır. Aslında bu durumun daha temel ve eskiye dayanan bir “ekol” problemi olduğunu anlamamız gerek.
Bu durum sadece Türkiye’ye özgü değil tabi ki, sınırlardan çıkan bir tartışmadır aslında. Baktığınızda yıllardır akademinin bilim-kurgu ve fantastik kurguyu hor gördüğünü, kritikler tarafından kale alınmadığını, Oscar törenlerinde özellikle bilim-kurgu filmlerinin görsel efekt ödülü haricinde es geçildiğini fark etmişsinizdir. Bu durumun sebeplerini irdelemek için biraz daha eskilere gitmemiz lazım.
Fantastik Kurgu ve Bilim-Kurgu’nun Hor Görülüşünün Tarihsel Yolculuğu
Özellikle 17. yüzyılda Cervantes, Jonathan Swift ve Voltaire gibi yazarlar kurgunun hem biçimsel hem de içerik açısından sınırlarını zorlamaya başlayınca akademide “spekülatif kurgu” olarak tanımlanan ve daha sonrasında bilim-kurgu, fantastik kurgu vb. türleri içerisinde barındıran bir şemsiye terim ortaya atıldı ve bu türlerin daha edebi ve kanon etrafında dolaşan eserleri bu şemsiye terimin etrafında toplandı. Bu noktada akademinin “iyi edebiyat” tanımına göz atmamızda fayda var. Çünkü bütün tartışmanın çıktığı nokta da burası aslında.
Akademi için “iyi edebiyat” kanon denilen terim tarafından belirlenir. Kanon bir edebi türün en öne çıkan, en iyi olarak tanımlanan eserler bütününe denir ve o türün kıstasları bu eserler bütünü tarafından belirlenir. Mesela genel olarak Avrupa’da edebiyat için kanon olarak kabul edilen yazarlar Antik Yunan tragedyaları yazarları, Shakespeare, Dante, Ovid, Cervantes, Geoffrey Chaucer ve John Milton gibi yazarlardır ve Avrupa’da “iyi edebiyat” demek bu yazarların kıstaslarıyla belirlenir.
Tarih boyunca yeni yazarlar genellikle ya bu yazarları iyi bir biçimde taklit ederek ya da bu yazarları karşısına alarak onların yazın biçimlerini kendilerine düşman belleyip ortaya yenisini koymaya kendine görev edinerek edebiyatta yer edinebilmişlerdir. Bunun yanında özellikle içerik ve karakter biçimi açısından kanon insanın ta kendisiyle ilgilenir ve özellikle kusurlarını arar. Bir edebi eseri kanon kıstasında iyi yapan en büyük niteliklerden bir tanesi insanoğlunun kusurlarını ve acizliğini ne kadar iyi aktarabilmiş olmasıdır. Hatta bu özellik için en büyük kıstas Shakespeare’in Hamlet’idir. Nihayetinde bu kıstaslar haricindeki bütün yazarlar ve eserleri akademi tarafından kale alınmaz.
Mesela J.R.R Tolkien 1954 yılında Yüzüklerin Efendisi serisini yayımladığında kendisi de akademisyen olduğundan ötürü akademide çok sert eleştirilere maruz kalmıştı. Buna rağmen 60’lı yıllara doğru Yüzüklerin Efendisi serisi gelmiş geçmiş en önemli kitap serisi haline gelmeye başladı. Kısa süre içerisinde de dünya çapında en çok okunan seri haline geldi. Fakat hala birçok akademisyen Yüzüklerin Efendisi serisini edebiyat olarak kabul etmez ve hatta üniversitelerde çalışılmasına bile müsade etmezler.
Bilim-Kurgu Devreye Girdiğinde Neler Oldu?
Bunun yanında bilim-kurgunun altın çağı olarak adlandırılan dönemde ortaya çıkmış Isaac Asimov, Alfred Bester, Robert Heinlein, Ray Bradbury, Arthur C. Clarke, Philip K. Dick gibi yazarlar her ne kadar bu türe dair kuvvetli bir sese sahip olsalar da benzer bir davranış biçimine onlar da maruz kalmış ve her ne kadar milyonlarca okunsalar da kanon mağduru olmuştur bir çoğu. Fakat aynı zamanda bilim-kurgunun bu çağında mesele çözülmeye de başlamıştır. Çünkü bilim-kurguda bahsettiğimiz kanon kıstaslarını rahatlıkla bulabiliyoruz aslında. Farklı gerçekliklerden yola çıkarak oluşan evrenlerde insanın kendini tanımlayış süreci ve bu süreçte işlenen kusurlarla beraber ortaya çıkan çeşitli yolculuklar, karakterlerin özünü arayış süreci gibi nitelikler aslında batı kanonunun kıstaslarıyla örtüşen niteliklerdir. Özellikle bilim-kurgunun edebi açıdan en önde gelen yazarlarından birisi olarak kabul edilen Alfred Bester’in 50’li yılarda yayınladığı “Yıkıma Giden Adam” isimli kitabı kanon kıstaslarına bire bir uygundur.
En nihayetinde özellikle içerisinde bulunduğumuz yüzyılda fantastik kurgu ve bilim-kurgu artık yavaş yavaş akademide yer almaya başlamış. Bu türlerin aslında bir nevi yayıncılık ve sinema sektöründe reklam yüzü olmasından ötürü oluşan önyargı bir kenara bırakılmış. Aramızdan yeni ayrılan Ursula K. Le Guin gibi veya Margaret Atwood gibi yazarlar ve John Campbell ve Hugo Gernsbeck gibi akademisyenler sayesinde bu türlerin kendi kanonunu bile oluşturabileceği kanısına varılmıştır aslında. Üniversitelerde her ne kadar hala bazı geride kalmış akademisyenler tarafından burun kıvrılsa da bu türler için çalışmalar sık sık yapılmaya başlanmıştır. İşin tek kötü yanı, bizim hem kritiklerimizle, hem akademimizle hem de yayınevlerimizle bu türlere ve bu tartışmaya dair her şeyi oldukça geriden takip ediyor olmamız.
Eğer Orta Dünya hayranıysanız, bizi Twitter, Instagram ve Facebook üzerinden takip etmeyi unutmayın!
Yüzüklerin Efendisi dizisiyle ilgili son haberleri takip etmek için portalımıza, Orta Dünya ile ilgili tartışmalara katılmak için de forumumuza mutlaka bir göz atın.