Eomer Künye:
Irk: İnsan
Dil: Rohirric, Westron
Cinsiyeti: Erkek
Soy: Rohirrim- Eorl Hanedanı
Ebeveynleri: Eomund ve Theodwyn
Kardeşi: Eowyn
Eşi ve Çocukları: Lothíriel; Elfwine
Doğum Tarihi: 3.Çağ 2991
Ölüm Tarihi: 4.Çağ 63
İkamet Ettiği Yerler: Aldburg, Edoras
Diğer İsimler: Éadig
Taşıdığı Ünvanlar: Yurt’un Üçüncü Başkumandanı, Rohan Kralı
Silahı: Kılıcı Gúthwinë
Eomer’in doğumu ve gençliği
Rohanlı Eomer büyük bir kral ve yiğit bir savaşçıydı. Hain Grima Solucandil’e rağmen kralına sadık kaldı. Yüzük Savaşı sırasında Kralla beraber Minas Tirith’e yardıma gitti ve Morannon Muharebesinde Aragorn’u izledi. Atası Eorl’un hükümdarlığı sırasında yapılan Gondor’a sadakat yeminini yeniledi ve halkı barış içinde yaşadı.
Eomer, 2991’de doğdu. Babası Doğuağıl’ın komutanı Eomund ve annesi Theodwyn, kral Theoden’in kız kardeşiydi. Eomer’in, ondan daha genç kız kardeşi Eowyn, 2995’te doğmuştu. 3002’de, Eomund öldürüldü ve Theodwyn üzüntüden kendini hasta etti, ve o da daha sonra öldü.
Eomer ve Eowyn, amcaları olan kral Theoden’le Meduseld’de yaşamak için Edoras’a gitti. Theoden onlara kendi çocukları gibi büyüttü. Theodred onlara erkek kardeş gibiydi.
Eomer, uzun ve kuvvetli olarak büyüdü ve usta bir binici ve tam bir savaşçı oldu. O, Atçanyurt’un üçüncü komutanı yapıldı ve babasının yapmış olduğu gibi Doğu-Yurt’u korumak için görevlendirildi. Eomer’in, atçanları için rahat bir üs olan Folde’de Aldburg’da bir evi vardı. Onlar, Mordor’dan Ork baskıncılarına karşı topraklarını ve atlarını korudu. Yüzük Savaşı’na dek Eomer, Entsuyu’nun ötesini geçmedi.
Eomer, Isengard’a karşı
Rohan, sadece dış düşmanlar tarafından tehlikeye girmedi. Kral Theoden Saruman’ın ajanı Grima Solucandil’in etkisine girmişti. Artık kararlar Grima’dan çıkar olmuştu. Eomer buna zaman zaman karşı çıkmaya çalışsa da Grima’nın Theoden üzerindeki etkisi çok fazlaydı. Ama Eomer ne olursa olsun kralına ve ülkesi Rohan’a hep sadık kaldı.
3017 yılının yazında, Gondor vekilharcının oğlu olan Boromir, Ayrıkvadi’ye olan yolunda Rohan’dan geçti ve Eomer, kırılan kılıcı aramak için Boromir’i kuzeye götüren rüyadan haberdar oldu. Eylül’de, Orthanc’tan kaçabilen Gri Gandalf Edoras’a gitti ve kralı uyarmayı denedi ama kral onu geri çevirdi.
Kısa süre sonra Rohan, orklar, kurt binicileri ve Saruman’a hizmet eden kötü adamlar tarafından rahatsız edilmeye başladı. Saruman’ın kalesi olan Isengard Rohan Geçidinin, Ak Dağlar’ın kuzeyinde ve Puslu Dağlar’ın güneyinde bulunuyordu. Saruman, Rohan topraklarının efendiliğini istiyor ve bunun için kuvvetleri ile Rohirrim’in arasında savaş vardı.
Theodred ve Eomer bu isteğe karşı durdu ve bu sebeple Şubat 3019’da büyücü Theodred’i öldürmek için ordu topladı.25 Şubat’ta I.Isen Sığlıkları Muharebesi’nde Theodred acımasızca katledildi.
Yüzük Savaşı’nda Eomer
Eomer, Uruk-hai’ları öldürüyor
Sonraki gün, Eomer, kısmının doğu sınır olan Emyn Muil’den Rohan’a girmiş olduğunu öğrendi. Asıl kafasını kurcalayan orkların üstünde Saruman’ın Ak Eli vardı. Eomer, Saruman ve Sauron’un arasında bir birlikten şüphelendi ve orkları takip etmeyi istedi, ama Grima’nın etkisi altında olan Theoden izin vermedi. Eomer, Grima’nın hain olmasından şüphelendi ve onu tehdit etti. Rohan’dan sürülmesine sebep oldu bu davranışı.
Şafakta süvarileriyle orkları öldürmeye giden Eomer, ormana doğru kaçan Ugluk ve adamlarını öldürdü ve cesetlerini yaktı. Daha sonra Eomer ve süvarileri üç yabancıyla karşılaştı. Bunlar Thranduil oğlu Legolas, Gloin Oğlu Gimli ve Arathorn oğlu Aragorn’du. Hikayelerini dinledikten sonra bu yabancıların serbetçe dolaşmalarına izin verdi. Onlara ölen binicilerin atları olan Hasufel ve Arod’u Edoras’a geri getirmek şartıyla ödünç verdi.
Eomer tutuklanıyor
Edoras’a geldiğinde Grima, Eomer’i yabancıların Rohan’da serbestçe dolaşmasına izin vermesi gerekçesiyle onu suçladı. Eomer tutuklandı ve kılıcı olan Guthwine ondan alındı. Ta ki Hama onu nezaretten çıkardığı Theoden’in uyandığı zaman Guthwine’ı ona uzatarak “Bunu al sevgili Lord, şimdiye kadar senin hizmetindeydi.” dedi.
Kral, o gün Eomer’i varisi ilan etti. Ve aynı gün Edoras’tan ayrılıp Miğferdibi’ne doğru yola çıktılar. Eomer ile Gimli birlikte atı Ateşayak ile Legolas ve Aragorn’un yanında atlarını sürdü. Ceorl adlı bir gözcü Saruman’ın kuvvetlerinin Miğferdibi’ne geldiğini söyledi.
Miğfer Dibi Savaşı
3 Mart’ta Eomer Miğferdibi’nde Rohan savunmalarını toparladı. Saruman’ın ordusu koçbaşlarıyla kapıya saldırdığı zaman, Eomer ve Aragorn birlikte kılıçlarını çektiler. Eomer arkasını dönmüşken iki ork saldırdı üzerine ama Gimli ikisini de öldürerek Eomer’in hayatını kurtardı.
Eomer ve Aragorn Miğferdibi’nde şafağa kadar dar boşluğu savundu. Şafakta, Gandalf ve Erkenbrand, 1,000 adam ile yardıma yetişti ve orklar asla yeniden görülmemek üzere ormana kaçtı. Daha sonra Aragorn, Legolas, Gimli, Theoden, Eomer ve Gandalf Isengard’a gitti. Burada Gandalf Saruman’ın asasını kırıp onu büyücüler divanından attı.
Isengard’ta pazarlık
Gandalf Orthanc’ın kapısının önünde durarak asasıyla vurmaya başladı. Kapı içi boş bir sesle gümbürdedi. “Saruman, Saruman!” diye seslendi yüksek, emreden bir sesle. “Saruman ortaya çık!”
Bir süre hiç cevap gelmedi. Sonunda kapının üzerindeki pencerenin sürgüleri çekildi fakat kapkara açıklıkta hiçbir şey görünmüyordu.
“Kim o?” diye sordu bir ses. “Ne istiyorsunuz?”
Theoden şaşırdı. “Ben bu sesi tanıyorum,” dedi, “ve bu sesi duyduğum ilk güne lanet olsun.”
“Madem onun ayak işlerine bakar oldun Grîma Solucandil, git de Saruman’ı getir!” dedi Gandalf. “Zamanımızı da boşa harcama!”
Pencere kapandı. Beklediler. Aniden başka bir ses konuştu, müzik gibi alçak tonlu bir ses; sesin ta kendisi bir büyü idi. Bu sesi farkında olmadan dinleyenler duydukları sözcükleri çok nadiren tekrarlayabilirlerdi; bunu yapabilirlerse de hayrete düşerlerdi, çünkü sözlerin güçleri çok azalmış olurdu. Genellikle bu sesi dinlemenin çok zevkli olduğunu hatırlarlardı; bütün söyledikleri akıllıca ve bilgece gelirdi onlara; hemen kabullenerek, kendileri de aynı bilgeliğe ulaşmak isterlerdi. Başkaları konuştuğunda onların sesi, o sese nazaran sert ve kaba gelirdi; eğer biri sesi reddedecek olursa, büyünün etkisi altındakilerde bir öfke belirirdi.
Kimisi için büyü sadece ses onlarla konuştuğu sürece etkili olurdu; ses başkalarına konuştuğu zaman, nasıl insan yapılan numarayı bildiği zaman hokkabazı ağızları bir karış açık seyredenlere gülümserse, öyle gülümserlerdi. Kimisi için ise sesin kendisi onları bağlamak için yeterliydi; fakat sesin fethettiği kişiler için, çok uzaklara gitseler bile etkisi devam eder ve durmadan o sesin yumuşak yumuşak kendilerine fısıldayıp onları sıkıştırdığını duyarlardı. Fakat kimse etkilenmeden kalamazdı; kimse bu sesin ricalarını ve emirlerini, zihnini ve iradesini zorlamadan reddedemezdi; tabii zihnine ve iradesine hâkimse.
“Evet?” dedi ses, kibar bir soru ifadesiyle. “Neden istirahatımı bozuyorsunuz? Gece gündüz bana hiç rahat vermeyecek misiniz?” Sesin tonu, hak etmediği saldırılar karşısında rencide olmuş iyi kalpli birininki gibiydi.
Hepsi hayret içinde yukarı baktı, çünkü geldiğini duymamışlardı; korkuluklarda durmuş onlara bakan bir şekil gördüler: Onlar gözlerini hareket ettirdiklerinde veya o kıpırdadığında değiştiği için rengi kolay kolay seçilmeyen büyük bir pelerine sarılmış yaşlı bir adam. Yüksek alınlı, uzun yüzlüydü; şu anda ciddi, yardımsever ve biraz da yorgun bir ifade taşısalar da, kara gözlerinin derinliğini kestirmek güçtü. Saçları ve sakalı beyazdı ama dudakları ve kulaklarının etrafında hâlâ siyah saçlar görünüyordu.
“Hem benziyor, hem benzemiyor,” diye mırıldandı Gimli.“Haydi ama” dedi yumuşak ses. ‘içinizden en az ikisini ismiyle tanıyorum. Gandalf’ı, buraya yardım veya nasihat aramaya geldiğini ümit etmeyecek kadar iyi tanıyorum. Ama siz, Rohan Yurt’unun Hükümdarı Theoden siz soylu nişanlarınızla, dahası Eorl Hanedanı’nın zarif simasıyla kendinizi hemen belli ediyorsunuz. Ah Üç kere şanlı Thengel’in şerefli oğlu! Neden daha önce ve dost olarak gelmediniz?
Ne çok arzu etmiştim sizi, batı topraklarının en kudretli kralını görebilmeyi; özellikle de şu geçen yıllarda, sizi kuşatmış olan şu akılsızca ve kötü düşüncelerden korumak için! Çok mu geç artık yoksa? Rohan’lı adamların da katkısının bulunduğu, maruz kaldığım bu zararlara rağmen, sizi hâlâ koruyabilir, eğer seçtiğiniz bu yolda ilerlemeye devam ederseniz kaçınılmaz olan yıkımınızdan kurtarabilirim.”
Theoden konuşmak istiyormuş gibi ağzını açtı ama bir şey söylemedi. Önce kara vakur gözleri kendine çevrilmiş olan Saruman’ın yüzüne baktı, sonra yanında duran Gandalf’a tereddüt eder gibiydi. Gandalf hiçbir hareket yapmadı; sanki henüz gelmemiş olan bir çağrıyı bekleyen biri gibi, bir taş kadar sessiz durdu. Süvariler önce Saruman’ın sözlerini onaylayarak mırıldandılar; sonra onlar da sessizleşti, sanki büyülenmişler gibi. Onlara öyle gelmişti ki Gandalf efendileriyle hiç böyle kibarca ve böyle uygun sözlerle konuşmamıştı.
Şimdi Gandalf in Theoden ile olan bütün ilişkileri kaba ve kibirli görünüyordu onlara. Sonra kalplerinin üzerinden bir gölge geçti, büyük bir tehlikenin korkusu: Saruman kaçış kapısının yanında durmuş, onu içerden hafif bir ışık sızacak kadar aralamışken, Gandalf’ın Yurt’u sürüklediği karanlık içindeki sonun korkusu. Ağır bir sessizlik çöktü. Aniden sessizliği bozan cüce Gimli oldu.
“Bu büyücünün sözleri tepesi üstünde duruyor,” diye homurdandı baltasının şapırtı kavrayarak. “Orthanc lisanında yardım, yıkım; kurtarmak ise kıyım demektir, bu gayet açık. Fakat biz buraya yalvarmaya gelmedik.”
“Rahat dur!” dedi Saruman ve bir an için sesinin yumuşaklığı bozuldu; gözlerinde bir ışık oynaştı ve geçti. “Henüz seninle konuşmadım Gloin oğlu Gimli,” dedi. “Senin evin çok uzaklarda ve bu toprakların sorunları seni pek ilgilendirmez. Fakat bu işlere karışman senin kendi arzunla olmadı, o yüzden oynadığın rol için -ki eminim yiğitçe bir roldür- seni pek suçlu tutmayacağım. Fakat rica ediyorum senden, bırak da önce Rohan Kralı ile komşum, bir zamanlar dostum olan kişiyle konuşayım.
“Siz neler söyleyeceksiniz Theoden Kral? Benimle ve temelleri uzun yıllara dayanan bilgimin getireceği yardım ile barışacak mısınız? Kötü günler için kafalarımızı birleştirmeyelim mi; öylesine iyi niyetle yaralarımızı sarıp, ülkelerimizin ikisini de daha önce hiç olmadığı kadar yeşertip çiçeklendirmeyelim mi?”
Theoden hâlâ cevap vermiyordu. Hiddet ile mi, kuşku ile mi çekişiyordu belli değildi. Eomer konuştu.
“Beyim, duyun beni!” dedi, “Şu anda bizi uyardıkları tehlikeyi hissediyoruz. Sonunda çatal diline bal sürmüş yaşlı bir yalancı tarafından ağzımız açık bırakılmak için mi sürdük atlarımızı zafere? Böyle konuşurdu kapana kısılmış bir kurt av köpekleriyle, eğer konuşabilseydi. Size ne yardımı dokunabilir ki aslında? Bütün arzusu içine düştüğü durumdan kurtulmak. Fakat siz, işi gücü ihanet ve cinayetle olan bu kişiyle konuşup görüşecek misiniz? Geçitlerdeki Theodred’i, Miğfer Dibi’ndeki Hâma’nın mezarını hatırlayın!”
“Madem söz zehirli dillere geldi seninkine ne demeli genç yılan?” dedi Saruman; artık hiddetinin şimşeği açık seçik görünüyordu.“Haydi, Eomund oğlu Eomer!” diye devam etti tekrar yumuşak sesiyle. “Her adamın hayatta bir rolü vardır. Senin rolün silahlarla gösterdiğin bahadırlık; bu yüzden de büyük bir şeref kazanıyorsun. Sen efendinin düşman dediği herkesi öldür ve bununla yetin. Anlamadığın siyasete burnunu sokma. Ama belki, eğer kral olursan, kralın arkadaşlarını iyi seçmek zorunda olduğunu anlarsın. Gerisinde ister gerçek, ister hayal mahsulü olsun, ne tür keder verici haller bulunursa bulunsun, Saruman’ın dostluğu ve Orthanc’ın gücü kolay kolay bir kenara atılmaz.
Bir muharebe kazandınız, bir savaş değil, onu da bir daha güvenemeyeceğiniz bir yardım sayesinde kazandınız. Bir dahaki sefere Ormanın Gölgesi’ni kendi kapınızda bulabilirsiniz: Dik başlı ve duygusuzdur bu gölge; insanlara karşı hiç sevgisi yoktur.
“Lâkin benim Rohan beyim, muharebe sırasında yiğit adamlar öldü diye bana katil mi demek lazım gelir? Eğer gereksiz yere savaşa giderseniz -çünkü savaşı arzu eden ben değildim- o zaman insanlar telef olur. Bu hesaba göre ben bir katil isem, o halde bütün Eorl Hanedanı kana bulanmış demektir; çünkü onlar birçok savaşa girmişler ve kendilerine meydan okuyan birçok kişiye hücum etmişlerdir. Yine de en kötü ihtimalle siyasi davranabilmek için bazılarıyla daha sonra barış yapmışlardır. Ben diyorum ki Theoden Kral: Barış yapıp dost olalım mı, siz ve ben? Hüküm bize ait.”
“Barış yapacağız,” dedi Theoden sonunda boğuk bir sesle, kendini zorlayarak. Süvarilerin bir kısmı memnuniyetle bağırdı. Theoden elini kaldırdı. “Evet, barış yapacağız,” dedi bu kez berrak bir sesle, “barış yapacağız, sen ve senin bütün yaptıkların -ve bizi teslim etmeye çalıştığın karanlık efendinin bütün yaptıkları- yok olduktan sonra. Sen bir yalancısın Saruman ve insanların yüreklerini çürüten birisin.
Bana elini uzatıyorsun ama ben yalnızca Mordor’un pençesinin bir parmağını görüyorum. Kıyıcı ve soğuk! Senin benimle yaptığın cenk hakça olsaydı bile -ki değildi, çünkü on kere daha akıllı olsaydın bile beni ve benim olanı kendi çıkarın için dilediğin biçimde yönetmeye hiç hakkın yok- öyle olsaydı bile Batıağıl’daki meşalelere ve orada ölmüş yatan çocuklara ne demeli? Öldükten sonra Hâma’nın bedenini Boruşehir’in kapıları önünde parçaladılar.
Pencerene kurulan bir darağacından sallanıp da kargalarının eğlencesi olduğun zaman, seninle ve Orthanc ile bir barış yapacağım. Eorl Hanedanı’ndan sana gelecek iyilik bu kadar. Ulu atalarımın önemsiz bir evladıyım ama senin parmaklarını yalamama gerek yok. Başka yere dön. Ama korkarım sesin büyüsünü yitirdi.”
Süvariler Theoden’e rüyadan uyandırılmış gibi baktılar. Saruman’ın müziğinden sonra efendilerinin sesi kulaklarına kart bir karganınki gibi gelmişti. Ama Saruman bir süre için gazap içinde kendinden geçti. Sanki krala elindeki asa ile vuracakmış gibi korkuluklardan aşağıya sarktı. Bazılarının gözüne ansızın, saldırmak için gerilen bir yılan gibi göründü.
“Darağaçları ile kargalarmış!” diye tısladı; herkes bu korkunç değişim karşısında ürperdi. “Bunak! Eorl’un konağı, içinde eşkıyaların pis kokular içinde içtiği, veletlerin itlerle yerde yuvarlandığı yer değil de ne? Kendileri uzun zamandır darağacından kaçıp duruyorlar. Fakat ilmik geliyor, yavaş yavaş daralıyor ama sonunda sıkı ve sert kavrayacak. Kolaysa asın da görelim!”
Yavaş yavaş kendisine hâkim olmaya başladıkça sesi de değişti. “Neden seninle konuşma sabrını gösterdim bilmiyorum. Çünkü ne sana, ne de senin şu dörtnala koşturup duran, ilerlerken değil de kaçarken hızlı giden minik takımına ihtiyacım yok Theoden Atterbiyecisi. Çok zaman önce senin faziletin ve aklının ötesinde bir devlet sundum sana. Sonra tekrar sundum ki senin yanlış yere sürüklediklerin, açık açık önlerindeki yolları görebilsinler. Yüksekten atıp, iyi niyetimi suistimal ediyorsun. Öyle olsun. Kulübelerinize geri dönün!
“Fakat sen Gandalf! Utancını fark ederek en azından senin için üzülüyorum. Sen nasıl oluyor da böyle bir gruba tahammül edebiliyorsun? Çünkü sen mağrur birisin Gandalf soylu bir zekâya, hem derine hem uzağa bakabilen gözlere sahip olduğun için buna da hakkın var. Şimdi de benim öğüdümü dinlemeyecek misin?”
Gandalf kıpırdanarak yukarı baktı. “Son karşılaşmamızda bana söylememiş olduğun ne var?” diye sordu. “Ya da belki geri almak istediğin sözlerin vardır?”
Saruman durakladı. “Geri almak mı?” diye derin derin düşündü sanki aklı karışmış gibi. “Geri almak mı? Ben senin iyiliğin için sana öğüt vermeye gayret ettim ama sen dinlemedin bile. Çok gururlusun ve aslında kendine ait bir irfan kaynağın olduğu için nasihati da pek sevmiyorsun. Fakat o durumda sanırım, benim niyetlerime kasten yanlış manalar vererek, yanıldım. Seni ikna etme heyecanıyla sabrımı kaybettim korkarım. Ve hakikaten de buna çok pişmanım. Çünkü sana karşı bir kötü niyet taşımıyordum; hatta şimdi bile, karşıma vahşi ve cahil bir güruhla geri dönmüş olsan bile.
Nasıl taşıyabilirim ki? Her ikimiz de Orta Dünya’daki en mükemmel nizam olan, yüksek ve kadim bir nizamın üyeleri değil miyiz? Dostluğumuz her ikimizin de çıkarına olur. Hâlâ birlikte, dünyanın düzensizliğini iyileştirmek için birçok şeyin üstesinden gelebiliriz. Gel, birbirimizi anlayalım ve düşüncelerimizden bu düşük insanları atalım! Bırakalım onlar bizim kararlarımızı beklesin! Çoğunluğun iyiliği için ben geçmişi düzeltmeye, seni kabul etmeye razıyım. Benimle istişare etmez misin? Yukarı gelmez misin?”
Saruman’ın son bir çabayla sarf ettiği güç o kadar büyüktü ki, duyuş alanında olan kimse etkilenmeden edemedi. Fakat bu kez büyü tamamıyla farklıydı, iyi huylu bir kralın, hata yapmış olan ama yine de çok sevdiği bir vekiline nazik sitemini duydu herkes. Ama onlar dışarıda bırakılmışlardı, kendilerine söylenmeyen sözleri kapıda durmuş dinliyorlardı: Büyüklerinin anlaşılması zor sohbetlerine kulak misafiri olan ve bunun onları nasıl etkileyeceğini merak eden kötü terbiye almış çocuklar veya ahmak uşaklar gibi. Daha âli bir kalıptan çıkmıştı bu ikisi: Muhterem ve ariftiler. Bir ittifak kurmaları kaçınılmaz bir şeydi.
Gandalf, onların kavrayamayacağı şeyleri Orthanc’ın yüksek odalarında tartışmak için kuleye çıkacaktı. Kapı kapatılacak, kendilerine tayin edilecek işi veya cezayı beklemek için onlar dışarıda bırakılacaktı. Theoden’in zihninde bile bu düşünce biçimlendi, bir kuşku gölgesi gibi: “Bize ihanet edecek; gidecek – kaybolacağız.”
Derken Gandalf güldü. Hayaller bir duman gibi puf diye dağıldı.
“Saruman, Saruman!” dedi Gandalf hâlâ gülerek. “Saruman hayatının yolunu kaybetmişsin sen. Kralın soytarısı olarak kazanmalıydın ekmeğini; danışmanlarının taklitlerini yaptığında kırbacı da hak ederdin ya. Aman aman!” diyerek durdu daha bir neşelenerek. “Birbirimizi mi anlayacakmışız? Korkarım ben senin anlayış sınırının üzerindeyim. Ama ben seni Saruman, artık çok iyi anlıyorum. Senin tahmin ettiğinden daha iyi hatırlıyorum senin tartışmalarını ve işlerini. Seni son ziyaret ettiğimde Mordor’un gardiyanıydın ve beni de oraya yollayacaktın.
Hayır, bacadan kaçmış olan konuk bir kez daha kapından girmedeki önce iki kere düşünür. Hayır, yukarı geleceğimi zannetmiyorum. Ama dinle Saruman, son bir kez dinle! Sen aşağıya gelmez misin? Isengard senin umut veya hayal ettiğinden daha çürük çıktı. Yani, hâlâ güvendiğin diğer şeyler de öyle olabilir. Bir süre için onları bırakmak iyi olmaz mı? Belki yüzünü yeni şeylere çevirmek istersin? İyi düşün Saruman! Aşağıya inmeyecek misin?”
Saruman’ın yüzünden bir gölge geldi geçti; sonra ölü gibi bembeyaz kesildi. Daha o saklayamadan, maskesinin arasından kalmaya isteksiz ama korunağından çıkmaya da korkan, tereddütteki bir aklın ıstırabını gördüler. Bir saniye kadar tereddüt etti; kimse nefes almıyordu. Sonra konuştu; sesi tiz ve soğuktu. Gurur ve nefret ona hâkim oluyordu.
“Aşağıya inmez miymişim?” diye alay etti. “Silahsız bir adam, kapısının dışındaki hırsızlarla konuşmaya iner mi? Seni buradan yeterince duyabiliyorum. Ben ahmak değilim ve sana güvenmiyorum Gandalf. Açık açık merdivenlerimde durmuyorlar ama vahşi orman şeytanlarının, senin emrinle nerelerde pusuya yattığını biliyorum.”
“Hainler asla kimseye güvenemezler,” diye cevap verdi Gandalf bezginlikle. “Ama kellen için korkmana gerek yok. Seni öldürmeyi veya canını yakmayı arzu etmiyorum, eğer beni hakikaten anlamış olsaydın bileceğin gibi. Üstelik seni korumaya muktedirim. Sana son bir şans daha tanıyorum. Orthanc’ı hür olarak terk edebilirsin – eğer istersen.”
“Bu kulağa çok hoş geliyor,” diye dudak büktü Saruman. “Tam Boz Gandalf’a yaraşır biçimde: Pek lütufkâr, pek iyi. Orthanc’ı pek kullanışlı, benim ayrılışımı da çok münasip bulacağından hiç şüphem yok. Ama neden ayrılmak isteyeyim? Ayrıca ‘hür’ ile neyi kastediyorsun? Şartların vardır herhalde?”
“Kuleden ayrılma nedenlerini pencerelerinden bakarsan görebilirsin,” diye cevap verdi Gandalf. “Diğerleri de aklına gelecektir. Uşakların yok edildi veya dağıldı; komşularını kendine düşman yapın; yeni efendini kandırdın veya kandırmaya çalıştın. Gözü beri yana çevrilince, sana bakan hiddetin kırmızı gözü olacaktır. Ama ben ‘hür’ dediğimde, ‘hür’ü kastederim: Herhangi bir bağdan, zincirden veya emirden azade: istediğin yere, hatta hatta Saruman dilersen Mordor’a bile gidebilmen için.
Fakat önce bana Orthanc’ın Anahtarı’nı ve asanı teslim etmen gerekir. Eğer lâyık olursan daha sonra sana iade edilmek üzere davranışlarının bir rehini olacaktır.”
Saruman’ın yüzü sinirden mosmor oldu, hiddetle çarpıldı; gözlerinde fazıl alevler tutuştu. Deliler gibi güldü. “Daha sonra!” diye haykırdı; sesi bir çığlık gibi yükseldi. “Daha sonra! Evet, sanırım sen ne zaman Barad-dûr’un anahtarlarım, yedi kralın tacını, Beş Arifin değneklerini alıp kendine şimdi giydiğin çizmelerden çok daha büyük bir çift çizme satın alacaksın, o zaman. Mütevazı bir plan. Benim yardımıma pek ihtiyaç duyulmayan bir plan! Yapacak başka işlerim var. Ahmak olma. Hâlâ elinde bir fırsat var iken benimle bir anlaşma yapmak istiyorsan, daha makul olduğunda geri gel! Ayrıca kuyruğuna taktığın bu gırtlak kesiciler ile minik ayaktakımını bırak da gel! İyi günler!” Dönerek balkonu terk etti.
“Geri dön Saruman!” dedi Gandalf emreden bir sesle. Diğerleri hayret içinde bakarken Saruman, sanki kendi iradesinin dışında sürükleniyormuş gibi dönerek yavaş yavaş demir parmaklığa geldi, ağır ağır nefes alarak dayandı. Yüzü kırışıklıklar içindeydi ve küçülmüştü. Eli, ağır kara asasını bir pençe gibi kavramıştı.
“Gitmen için sana izin vermedim,” dedi Gandalf sert bir biçimde. “Daha sözümü bitilmedim. Sen bir ahmak olmuşsun Saruman, ama yine de acınacak durumdasın. Hâlâ ahmaklıktan ve kötülükten ayrılabilir, bir işe yarayabilirdin. Ama burada kalıp eski fesatlarının akıbetini didikleyip durmayı seçiyorsun.
Kal o halde! Fakat seni uyarıyorum, bir daha kolay kolay dışarı çıkamazsın. Doğunun kara elleri gelip seni çekmezse eğer. Saruman!” diye haykırdı; sesinin hem gücü hem de otoritesi artmıştı, “iyi bak, ben senin arkadan vurduğun Boz Gandalf değilim. Ben, ölümden geri dönen Ak Gandalf’ım. Senin artık hiç rengin yok; seni hem nizamımızdan hem de Divan’dan atıyorum.”
Elini kaldırdı ve berrak soğuk bir sesle konuştu. “Saruman, asan kırıldı.” Bir çatırtı duyuldu; asa Saruman’ın elinde parçalara ayrıldı ve asanın başı Gandalf’ın ayaklarının dibine düştü. “Git!” dedi Gandalf. Bir çığlıkla Saruman arkaya düştü ve sürünerek uzaklaştı. Tam o anda yukardan aşağıya ağır, parlak bir şey fırlatıldı.
Saruman tam ayrılırken demir parmaklıkları sıyırarak Gandalf’ın başının yakınından geçti ve üzerinde durduğu basamağa çarptı. Merdiven parmaklığı çınladı. Basamak çatlayıp parıltılı kıvılcımlarla parçalandı. Fakat topa bir şey olmamıştı: Top merdivenlerden aşağıya yuvarlandı, billur bir küre, karanlık ama ateşten bir yürekle parlayan bir küre. Bir su birikintisine doğru yuvarlanmaya başlayınca Pippin topun peşinden koşarak yakaladı.
Eomer Gondor’a yardıma hazırlanıyor
Heyet Miğferdibi’ne geri döndü. Aragorn burada Orthanc’ın palantirini kullandı ve daha sonra Aragorn’un ölülerin yoluna gitmesi kararlaştırıldı. Eomer, kimsenin karanlık kapıyı geçemeyeceği söylenmesinden ötürü Aragorn’un geri dönmemesinden korku.
Eomer, kralla beraber Dunharrow’a gitti. Onları burada Eowyn karşıladı. Burada Hirgon adlı bir haberci Gondor’un yardım çağırısını iletti. Aceleyle Rohirrim yola çıktı.
Druadan ormanında, Theoden ve Eomer, Minas Tirith’i kuşatan orduya karşın olası bir yardımı engellemek için Büyük Batı Yolunu koruyan daha sonra Kara Kapı’ya gidecek ordudan kalanlar ile Elfmiğferi’nin yok edecek olduğu Doğululardan farklı bir gizli yol ile, Druedain insanlarını rahatsız etmemek şartıyla Rohirrim’i Minas Tirith’e götürmeyi teklif etti.
“Hayır At Adamlar’ın babası,” dedi, “biz dövüşmezik. Avlanırık sırf. Ormanda gorgün öldürürük, ork halkından nefret ederik. Siz de gorgün’dan nefret edersiniz. Elden geldikçe yardım yaparık. Vahşi İnsanlar’ın uzun kulakları, uzun gözleri var; bütün patikaları bilir. Vahşi insanlar Taş Evler’den önce burda yaşardı, Uzun Boylu insanlar Su’dan çıkmadan önce.”
“Ama bize, cenkte yardım gerek,” dedi Eomer. “Siz ve halkınız bize nasıl yardım edeceksiniz?”
“Haber getiririk,” dedi Vahşi insan. “Tepelerden bakarık. Büyük dağa tırmanır, aşağı bakarık. Taş Şehir kapalı. Orda dışarda ateşler yanıyor; içerde de. Oraya gitmek istiyor musunuz? O zaman çabuk olun. Ama görgün ve adamlar ta uzakta,” kısa boğum boğum kolunu doğuya doğru salladı, “at yolu üzerinde oturur. Çok adam, At Adamlar’dan çok.”
“Bunu nereden biliyorsun?” dedi Eomer.
Yaşlı adamın ablak yüzü ve kara gözleri bir şey belli etmedi ama sesi memnuniyetsizlikle huysuzlaşmıştı. “Vahşi insanlar vahşi, hür ama çocuk değil,” diye cevap verdi. “Ben büyük başkan Ghân-buri-Ghân. Çok şey sayarım: Gökteki yıldızlar, ağaçlardaki yapraklar, karanlıkta insanlar. Yirmi kere yirmiyi on beş kere sayacak adamınız var. Onların daha çok var. Büyük dövüş; kim kazanacak? Sonra çok daha fazlası da Taş Evler’in surları etrafında yürüyor.”
“Heyhat! Çok akıllıca konuşuyor,” dedi Theoden. “Sonra bizim izcilerimiz de yol üzerine hendekler kazıp kazıklar koyduklarını söyledi. Onları ani bir saldırı ile süpürüp atamayız.”
“Ama yine de çok acele etmemiz gerekiyor,” dedi Eomer. “Mundburg yanıyor!”
“Bırak Ghân-buri-Ghân sözünü bitirsin!” dedi Vahşi insan. “Birden fazla yol biliyor. Sizi hiç çukur olmayan yollardan götürecek; hiç görgün yürümez orda, sırf Vahşi insanlar ve hayvanlar. Yolların çoğu Taş Ev Halkı daha güçlüyken yapılmış. Avcıların hayvan eti kestikleri gibi keserlerdi dağlan. Vahşi insanlar onların taş yediklerini düşünür. Koca yük arabalarıyla Druadan’dan Rimmon’a giderlerdi.
Artık gitmiyorlar. Unutuldu Yol, ama Vahşi insanlar unutmadı. Tepenin üzerinden ve gerisinden gider hâlâ, otların ve ağaçların altından; orada Rimmon gerisinde ve aşağıya Dîn’e sonra yeniden At Adamlar’ın yoluna döner. Vahşi insanlar size o yolu gösterecek. Sonra siz gorgûn’u öldürüp parlak demirle kötü karanlığı süreceksiniz ve Vahşi insanlar yine vahşi ormanlarda uyuyacak.”
Eomer ile kral kendi dillerinde konuştular. Sonunda Theoden Vahşi İnsan’a döndü. “Önerinizi kabul edeceğiz,” dedi. “Çünkü bir ordu düşmanı geride bıraksak da ne fark eder? Eğer Taş Şehir düşecek olursa, bizim de dönüşümüz olmaz. Eğer şehir kurtulursa o zaman ork ordularının kendiliğinden yolu kesilmiş olacak. Eğer sadık biriysen Ghan-buri-Ghân, o zaman sana zengin armağanlar veririz ve sonsuza kadar Yurt’un dostluğunu kazanırsın.”
“Ölü adamlar yaşayanların dostu olamaz ve onlara armağan veremez,” dedi Vahşi insan. “Ama eğer karanlıktan sonra yaşarsan Vahşi Insanlar’ı ormanlarda rahat bırak ve bir daha onları hayvan gibi avlama. Ghân-buri-Ghân seni tuzağa çekmeyecek. O kendi de At Adamlar’ın babasıyla birlikte gidecek; eğer sizi yanlış yere götürürse, onu öldürün.”
“Öyle olsun!” dedi Theoden.
Yolda onlar Hirgon’un cesedini gördüler ve böylece Denethor Rohan’ın yardıma gelmedikleri düşünecekti.
Fakat kısa bir süre sonra Elfmiğferi geri döndü, “izciler gri ormanın gerisinde rapor edecek bir şey bulamamışlar beyim,” dedi, “iki adamdan gayri: iki ölü adam ve iki ölü at.”
“Ee?” dedi Eomer. “Ne olmuş?”
“Şu beyim. Bunlar Gondor’un ulaklarıymış, biri Hirgon olabilir. En azından elinde hâlâ Kızıl Ok varmış ama kafası kesilmiş. Ve bir şey daha var. İşaretlere göre öldürüldüklerinde batı yönüne doğru kaçıyorlarmış Okuyabildiğim kadarıyla düşmanı daha o zaman dış surda bulmuşlar, ya da geri döndüklerinde surlara saldırırken – bu da iki gece önce anlamına gelir, eğer âdetleri olduğu üzere askeri menziller-deki atları kullanmışlarsa. Şehir’e varıp geri dönmüş olamazlar.”
“Eyvah!” dedi Theoden. “O halde Denethor bizim gelişimizi haber almamış, gelmemizden ümidi kesmiş olabilir.”
15 Mart’ta şafakta, Rohirrim, Pelennor Çayırlarına vardı.
Pelennor Çayırları Savaşı
“Artık zamanı geldi Yurt’un Süvarileri, Eorloğulları! Önünüzde düşman ve ateş var; yurtlarınız ise ırak, geride. Yine de, ellerin cephesinde cenk etseniz de, orada semeresini göreceğiniz zafer sonsuza kadar sizin olacaktır. And içtiniz: Şimdi yerine getirin bunları beyiniz, toprağınız ve dostluğun birliği adına!”
“Artık zamanı geldi Yurt’un Süvarileri, Eorloğulları! Önünüzde düşman ve ateş var; yurtlarınız ise ırak, geride. Yine de, ellerin cephesinde cenk etseniz de, orada semeresini göreceğiniz zafer sonsuza kadar sizin olacaktır. And içtiniz: Şimdi yerine getirin bunları beyiniz, toprağınız ve dostluğun birliği adına!”
Adamlar mızraklarını kalkanlarına vurdular.
“Eomer, oğlum! Sen ilk atçanları yönet,” dedi Theoden; “onlar kralın sancağı arkasından, tam ortadan gidecek. Elfmiğferi sen, surları geçtikten sonra bölüğünü sağa yönelt. Grimbold kendi bölüğünü sola götürsün. Geriden gelen bölükler de bu üç bölüğü izlesinler ellerinden geldiğince. Düşman nerede toplaşırsa orayı vurun. Başka planlar yapamayız, çünkü henüz cephede neler olduğunu bilmiyoruz. Şimdi ileri; karanlıktan korkayım demeyin!”
Önü çeken bölüktekiler ellerinden geldiğince hızla sürdüler atlarını çünkü Widfara önceden ne hissederse hissetsin ortalık hâlâ zifiri karanlıktı.
Uyanın, uyanın, Theoden ‘in Süvarileri!
Kötülükler kapımızda: Ateş ve katliam!
Mızrak savrulacak, kalkan parçalanacak,
Kılıç günü geldi, kızıl gün geldi daha güneş doğmadan!
Sürün atlarınızı, sürün! Haydi Gondor’a!Bu sözlerle birlikte sancaktan Guthlâftan büyük bir boru aldı ve ona öyle büyük bir güçle üfledi ki boru parçalara ayrıldı. Ve derhal, ordudaki bütün borular birlikte kaldırılıp şakıdılar; o anda Rohan’ın borularının üflenmesi ovada bir fırtına, dağlarda bir gök gürültüsü gibiydi.
Sürün atlarınızı, sürün! Haydi Gondor’a!
Kral aniden Karyele’ye seslendi ve at ok gibi ileri fırladı. Arkasından sancağı, yani yeşil ovadaki beyaz atlı bayrak havada dalgalandı fakat kral onu geride bıraktı. Arkasından hanedanının süvarileri şimşek gibi çaktı ama kral hep onlardan çok ilerdeydi. Eomer önden gidiyordu, miğferindeki beyaz atkuyruğu hızından uçuyordu; atçanların öndeki ilk bölümü sahilde patlayan köpük köpük dalga gibi kükredi ama Theoden’e yetişemiyordu. Delirmiş gibiydi adeta; ya da babalarının cenk çılgınlığı damarlarında akmaya başlamıştı; Karyele’nin üzerinde eskilerin tanrıları gibi duruyordu, tıpkı dünya daha gençken olan Valar savaşındaki Muhteşem Orome gibi.
Eomer Kral oluyor
Eomer, ilk atçanları yönetti. Theoden atını herkesten önde sürdü ve cesurca savaştı. Ama karşısına daha sonra Nazgul Lordu geldi. Theoden atının altında kalarak büyük bir yara aldı. Ölmeden önce Eomer’e seslenerek artık kral olduğunu ve Eowyn’e vedasını iletmesini söyledi.
“Yıkıl karşımdan leş kargalarının başı, iğrenç yaratık! Ölüleri rahat bırak!”
Soğuk bir ses cevap verdi: “Nazgûl ile avının arasına girme! Yoksa seni sıran geldiğinde öldürmem. Alır, bütün karanlıkların gerisinde etlerinin yenip bitirileceği, kuruyarak büzüşen aklının Kapaksız Göz önünde çıplak bırakılacağı feryat evlerine taşırım.”
Bir kılıç sakırdadı kınından çekilirken. “Ne istersen onu yap; ama buna engel olacağım eğer elimden gelirse.”“Engel olmak mı? Seni ahmak seni. Hiçbir ölümlü adam bana engel olamaz!”
Sonra Merry, o saatte duyduğu seslerin en garibini duydu. Sanki Saklımiğfer gülüyordu; berrak sesi çeliğin şakırtısı gibiydi. “Ama adam değilim ki ben! Karşında bir kadın var! Eomund’un kızı Eowyn’im ben. Sen benim ile beyim, hışmım arasında duruyorsun. Yıkıl, eğer ölümsüz değilsen! Yoksa canlı da olsan, kara bir ölmemiş de olsan biçerim seni, eğer ona dokunursan.”
Kanatlı yaratık kıza doğru bir çığlık attı ama Yüzüktayfı hiç cevap vermedi; sessizdi, sanki ani bir kuşku duyarmış gibi. Bir an için hayretin ta kendisi baskın çıktı Merry’nin korkusuna. Gözlerini açtı ve birden karanlık kalkıverdi gözleri üzerinden.
Orada, ondan birkaç adım ileride koca hayvan oturuyordu ve etrafındaki her şey karanlık gibiydi; üzerinde Nazgûl Efendisi ümitsizliğin gölgesi gibi yükseliyordu. Biraz sol tarafta, yüzü onlara dönük Merry’nin Saklımiğfer dediği kişi duruyordu. Fakat kendini gizlediği miğfer düşmüştü başından; bağından kurtulmuş parlak saçları soluk altın ışıltısıyla omuzlarında pırıldıyordu. Deniz gibi gri olan gözleri sert ve insafsızdı; yine de yanaklarında gözyaşları vardı. Elinde bir kılıç vardı; kalkanını düşmanının gözlerinin dehşetine karşı kaldırmıştı.
Eowyn idi bu; hem de Saklımiğfer. Çünkü Merry’nin aklında, Dunharrow’dan ayrılırken gördüğü yüzün anısı şimşek gibi çaktı: Hiç umudu olmadan, ölümü aramaya giden birinin yüzü. Gönlünü acıma duygusu ve büyük bir merak aldı ve aniden soyunun o yavaş tutuşan cesareti uyandı. Ellerini sıktı. Bu kadar zarif, bu kadar umutsuz olan bu kız ölmemeliydi! En azından tek başına, yardım görmeden ölmeyecekti. Düşmanın yüzü ona dönük değildi ama o hâlâ, ya o ölümcül gözler üzerine düşerse korkusuyla hareket etmeye pek cesaret edemiyordu.
Yavaş yavaş yan tarafa doğru emeklemeye başladı; fakat kuşku ve garazla tüm dikkatini önünde duran kadına vermiş olan Kara Komutan, ona çamur içinde debelenen bir solucandan fazla bir önem vermedi.
Aniden koca hayvan iğrenç kanatlarını çırptı; yarattıkları rüzgâr pis kokuluydu. Tekrar havaya sıçradı ve sonra hızla, çığlık atarak gagası ve pençeleriyle saldırarak Eowyn’in üzerine inmeye başladı.
Yine de ürkmedi Rohirrim’in kızı, kralların çocuğu, ince ama çelik bir bıçak gibi, zarif ama korkunç Eowyn. Hızla bir darbe indirdi, ustaca ve ölümcül. Uzanmış boynu ikiye ayırdı ve kesilen kelle bir taş gibi düştü. Koskoca şekil çarpıp yıkılırken geriye doğru sıçradı, geniş kanatlar gerildi; toprağa çöktü; onun düşüşüyle gölge geçip gitti. Kızın etrafına ışıklar döküldü ve saçı güneş ışığında parladı.
Yıkıntı içinden Kara Süvari uzun boyuyla doğruldu, tehdit edercesine, kızın üzerinde yükseldi. Kulakları zehirin kendisiymişçesine ısıran bir nefret haykırışıyla topuzunu indirdi. Kızın kalkanı bin parçaya bölündü, kolu da kırılmıştı; tökezlenip dizleri üzerine düştü. Kara Süvari üzerine bir bulut gibi eğildi, gözleri pırıldıyordu; topuzunu öldürmek için kaldırdı.
Fakat aniden o da can acısından bağırarak ileriye doğru tökezledi; darbesi boşa gitti ve yere savruldu. Merry’nin kılıcı onu arkadan vurmuştu, kara pelerinini yırtıp zırhlı yeleğinin altına girerek o koca dizinin arkasındaki kirişi parçalamıştı.
“Eowyn! Eowyn!” diye bağırdı Merry. Kız sendeleyerek, bütün çabasıyla ve son gücüyle kılıcını taç ile pelerin arasına indirdi, o koca omuzlar önünde eğilmişken. Kılıç kıvılcımlar saçarak paramparça oldu. Taç, bir takırtıyla yuvarlandı gitti. Eowyn öne, düşmanının üzerine devrildi. Ama o da ne! Pelerin ve zırhlı yelek boştu. Artık biçim-sizce yırtılmış ve atılmış bir halde uzanıyordu yerde; derken tüyler ürpertici bir çığlık yükseldi, tiz bir uluma sesi halinde azalarak rüzgârla birlikte geçip gitti; ölüp giden bedensiz, ince ses yutulup yok oldu ve bu dünyanın o çağında bir daha da hiç duyulmadı…
Oracıkta, ölenlerin ortasında duruyordu hobbit Meriadoc, gün ışığındaki bir baykuş gibi gözlerini kırpıştıra kırpıştıra, çünkü gözyaşları kör etmişti onu; buğular arasından, orada uzanmış hiç kıpırdamadan yatmakta olan Eowyn’in zarif saçlarına baktı; sonra zaferinin tam ortasında düşmüş olan kralın yüzüne de baktı. Çünkü Karyele can çekişirken yuvarlanarak kralın üzerinden kalkmıştı; ama yine de sahibinin felaketine neden olmuştu.
Bunun üzerine Merry eğilerek öpmek için kralın elini kaldırdı ve o da ne! Theoden gözlerini açtı; gözleri berraktı ve zorlanarak da olsa sakin bir sesle konuştu.
“Elveda Efendi Hobit!” dedi. “Bedenim kırıldı. Atalarıma gidiyorum. Ve artık, onların o kudretli topluluklarında bile utanmayacağım. Karayılanı düşürdüm. Ümitsiz bir sabah, mutlu bir gün ve altın bir gün batımı!”
Merry konuşamadı, yine gözyaşlarına boğulmuştu. “Affet beni beyim,” dedi sonunda, “emirlerine uymadıysam ve seninle ayrılırken ağlamaktan başka bir hizmet sunamadıysam sana…”Yaşlı kral gülümsedi. “Üzülme! Affedildin. Yürekli kişilere dizgin vurulamaz. Artık kutlu bir yaşamın olsun; ağzında piponla huzur içinde otururken beni hatırla! Artık seninle Tekev’de oturamayacağım söz vermiş olduğum gibi, veya senin ot bilimini dinleyemeyeceğim.” Gözlerini kapattı, Merry onun yanında boynunu eğerek selama durdu. Sonra kral yeniden konuştu. “Eomer nerede? Çünkü gözlerim kararıyor, gitmeden önce onu görmek isterim. Benden sonra kral o olmalı. Sonra Eowyn’e de haber yollamak istiyorum. O, benim ondan ayrılmamı istememişti, artık onu göremeyeceğim, benim için kızımdan da üstündü.”
“Beyim, beyim,” diye başladı Merry kekeleyerek, “o…” fakat tam o anda büyük bir gürültü koptu; etraflarında borular, borazanlar ötüp duruyordu. Merry etrafına bakındı: Savaşı ve yanındaki bütün dünyayı unutmuştu; aslında kısacık bir süre önce olduğu halde kralın düştüğü yere atını süreli saatler geçmiş gibi geliyordu ona. Fakat şimdi, çok yakında başlayacak büyük bir çarpışmanın tam ortasında yakalanma tehlikesi içinde olduklarını gördü.
Düşmanın yeni güçleri Nehir’deki yoldan büyük bir hızla ilerliyor, surların altından da Morgul alayları geliyordu; güney yönünden önde atlılar, arkada piyadeler Harad’lılar geliyor, bunların arkasında da üzerlerinde savaş kuleleriyle mumcuların koca sırtları yükseliyordu. Fakat kuzeyden Eomer’ın ak sorgucu, tekrar bir araya getirip kumanda ettiği koca Rohirrim cephesinin başını çekiyordu; Şehir’deki bütün insan gücü dışarı çıkmıştı, Dol Amroth’un gümüş kuğusu öncüler tarafından taşınıyor ve düşmanı Cümlekapısı’ndan sürüyordu.
Bir an için şu düşünce Merry’nin aklından süzülüp geçti: “Gandalf nerede? Burada değil mi? Kralı ve Eowyn’i kurtaramaz mıydı?” fakat tam o sırada Eomer aceleyle sürdü atını; yanında hanedandan hayatta kalan silahşörler de vardı ve artık atlarına hâkim olabiliyorlardı. Kötü hayvanın orada yatan leşine hayretle bakakaldılar; küheylanları yakınına gitmiyordu. Fakat Eomer eyerinden atladı; kralın yanma gelip sessizce durduğunda üzerine bir keder ve yeis çökmüştü.
Sonra silahşörlerden biri kralın sancağını orada ölmüş yatan bayraktar Guthlâf in elinden alarak havaya kaldırdı. Theoden gözlerini yavaş yavaş açtı. Sancağı görerek onun Eomer’e verilmesi gerektiğini anlattı işaretle.
“Selam sana Yurt’un Kralı!” dedi. “Şimdi zafere sür atını! Eowyn’e benim için veda et!” Ve böylece öldü, Eowyn’in yanında yatmakta olduğunu bilmeden. Yakında olanlar ağlamaya başladılar şöyle haykırarak: “Theoden Kral! Theoden Kral!”
Fakat Eomer onlara şöyle dedi:
“Yas tutmayın çok! Kudretliydi ölen, şanına yakışır oldu sonu. Höyüğü yükseldiğinde ağlayacak kadınlar ardından. Şimdi cenk çağırıyor bizi! ”
Yine de kendisi de ağlıyordu konuşurken. “Silahşörleri burada kalsın,” dedi, “ve çatışma üzerinden geçmesin diye bedenini şan ile alandan taşısınlar! Evet, burada yatan kralın diğer adamlarını da.” Katledilmiş olanlara baktı isimlerini bir bir sayarak.
Rohirrim, düşmanı katletmek için savaş alanında Eomer’i izledi. Öfkesi onu durdurulamaz yapmıştı. Artık düşmana sert bastırıyordu. Prens Imrahil ve adamları Rohirrim’in yardımına geldi ama muharebe düşmanın lehinde dönecek gibiydi. Umbar korsanlarının kara gemileri gözükmüştü. Eomer süvarileri toparladı. Kılıcını kaldırdı ki sonra gülmeye başladı ve kılıcını attı çünkü gelenin Aragorn olduğunu gördü. Geri kalan düşman ise hemen kaçtı.
Muharebe bittikten sonra Eomer, Eowyn’in ölmediğini, şifa evlerinde olduğunu öğrendi. Aragorn ona Eowyn ve Merry’nin Nazgul Lordu’na temas etmesinden ötürü ciddi bir şekilde hastalandığını söyledi.
Aragorn, suda Athelas’ın yapraklarını ezdi ve Eowyn’un kaşı ve kılıç kullandığı kolunu yıkadı. Burada Eomer, Eowyn’in iyileşmesinde büyük yardımı geçen Merry’i Rohan’ın bir şövalyesi ilan etti.
Yüzük yok ediliyor
Sonraki gün, Eomer batı kumandanlarının tartışmasına katıldı. O orada, yüzüğü yok etmek için Frodo ve Sam’ın Mordor’a gittiğini öğrendi. Gandalf, Pelennor Çayırları savaşı düşman için tam bir galibiyet olmadığını yeniden toparlanacağını söyledi ve düşmanın dikkatini çekmeyerek Frodo’ya bir şans doğması için Kara Kapı’ya gidilmesini teklif etti.
Aragorn teklifi kabul etti ve Eomer onunla geleceğini söyledi. 18 Mart’ta, Eomer ve Rohirrim, birçok batılıyla Minas Tirith’ten ayrıldı. Burada sayıları çok fazla olan düşmanla yüzük yok edilene kadar savaşıldı ve sonra Sauron düştü.
Eomer, 1 Mayıs’ta Aragorn’un taç giyme törenine katıldı. Sonraki hafta yapılması çok iş olduğu için Eomer ve Eowyn Rohan’a döndü. Temmuz’da Theoden toprağa defnedildi.
10 Ağustos’ta Eomer; Eowyn ve Faramir’e söz kesti. Ve yine bu gün Faramir Ithilien Prensi ve Gondor’ın Vekilharcı ilan edildi.
Yüzük Savaşı sonrası
Üçüncü Çağın son yılında Eomer, Dol Amroth Prensi Imrahil’in kızı Lothiriel ile evlendi. Onların Elfwine diye bir oğulları oldu. Kral Eomer, 65 yıl boyunca hüküm sürdü. Aldor dışında tüm Rohan krallarından daha fazla tahta oturdu. Rohan ve Gondor’un arasında birlik, yenilenerek kaldı: Aragorn, Rohirrim’e Rohan karasını bahşeden Cirion’un hediyesini yeniledi ve Eomer, Eorl’un Gondor’a yardım zamanında yetişmesi olan yemini yeniledi. Orta-Dünya’da hala sakin düşmanlar vardı ve Eomer, Aragorn’la Rhun denizinin ötesine barış için gittiler.
Rohan huzurluydu ve insanları barış içinde yaşadı ve onların at sürüleri arttı. Eomer, Eadig yani “Kutsanmış” diyerek çağırıldı. Dördüncü Çağın 63. yılında Eomer, Rohan’a ziyarete gelmelerini isteyen bir mesaj yolladı. Merry ve Pippin Rohan’a geldi ve bir süre için orda kaldı. O yılın sonbaharında, Kral Eomer öldü ve oğlu Elfwine, Rohan’ın kralı oldu.
Eğer Orta Dünya hayranıysanız, bizi Twitter, Instagram ve Facebook üzerinden takip etmeyi unutmayın!
Yüzüklerin Efendisi dizisiyle ilgili son haberleri takip etmek için portalımıza, Orta Dünya ile ilgili tartışmalara katılmak için de forumumuza mutlaka bir göz atın.
YouTube ve Twitch kanallarımıza da bekleriz.
2 yorum
Yazıdan Bahsedenler Yüzüklerin Efendisi Dublajını EFSANE Yapan 24 Seslendirme Sanatçısı - The White Tree
Yazıdan Bahsedenler Yüzüklerin Efendisi Dublajını EFSANE Yapan 24 Seslendirme Sanatçısı